dokunduğun trabzanlar yorgun
kış marifetiyle kesilmiş dudakların
bir sen yürürsün bu bildiğimiz,
herkesin bildiği caddede
ayakların hisseder bastığın toprağı üstünde tonlarca betonun uzandığı
mutat sorular sorarsın inanmamış insan yüzlerine
cevaplar yazarsın dokunmadığın hayatlara
dokunulmuş mazi üstünden
yaramaz çocuk edasıyla cefakar anneler doğaçlarsın
dökülür saçların maktül yaprakların gibi
yine de önü asla kapanmayan ceketler giydirirsin yüreğine
vicdanın bavul elinde
gözlerinde bozkır izli türküler ıslıklanır
sürülürsün semtinden aşağı,
başka bir tepe ufkunda seni çağırır.
6.12.2015
24.11.2015
KIŞ/MEYRA
Meyra gittiğinden beri çocukları
artık benimdi. Her sabah ben uyanıyordum altıda, ben hazırlıyordum
ikişer tane kaşarlı tost iki tane muzlu nesquikli süt. Yediye
doğru onları uyandırmadan önce tepsilerini hazırlayıp ben
bırakıyordum komidinlerine. Ne yaparsam yapayım her sabah okula
geç kaldıkları için ben konuşuyordum müdürleriyle telefonda.
Bazen hiç işim olmadığında mağazaları gezip ben alıyordum
onlara beğeneceklerini düşündüğüm kıyafetleri. Beğenmedikleri
zamanlar da oluyordu gidip değiştiriyordum, faturalarını hep
saklardım bu yüzden.
Teşvike'nin eski sakinlerinden
değildik. Ruhu Meyra'nındı, sonunda Meyra'nın romanını yazdı
aslında sadece anılarını, sonra bi baktık Nişantaşı'nda güzel
bir dairemiz var. Kocamı değil herkesi büyülüyordu anlaşılan
Meyra.
Meyra nasıl biriydi? Ben Meyra'yla hiç
tanışmış mıydım? Meyra'yı neden Meyra'dan iyi tanıyordum?
Bir akşam yemek yedik Meyra'yla. Daha
doğrusu ben yemek yedim o karşımda sadece şarap içti. Bana
kabalık olmasın diye yine de sipariş verdiğini hatırlıyorum. Yemek boyunca Amerika'dan bahsetti
bana. O kadar heyecanlı o kadar gerçek anlatıyordu ki. Başından
geçen binlerce macera. Kötü olanları da vardır muhakkak fakat
yemek yediğimiz gece kesinlikle beni üzmek istemiyordu. Çoğu
insan beni üzmek istemez. Aslında beni üzmek istememelerinin beni
üzdüğünü bildikleri halde. Yine de istemezler. Meyra da
istemiyordu o gece beni üzmek. Üç gün önce telefon almıştım
Meyra'dan. Gece yarısı iki buçuk gibi. Evde yalnızdım nedense
telefonum seslideydi o gece. Sanırım belki arar diye... Her neyse o
değil Meyra'ydı o gece beni arayan tek kişi. Sesi titrek çıkıyordu, sanki henüz bağıra bağıra ağlamış ama farkında bile değilmiş
gibiydi.
-Alo Handan siz misiniz?
-Evet, Meyra'sınız sanırım.
-La Fontana'nın yemeklerini
sevdiğinizi bliyorum izniniz olursa sizi davet etmek istiyorum.
-Meyra saatten haberiniz var mı?
-Lütfen sen de yalvarırım. Evet
gece, gecedir muhtemelen. Bana sadece hangi akşam gelebileceğini
söyle.
-Sabah tekrar konuşalım.
-Hayır evet demeden kapatma
yalvarırım.
Yemek boyunca diken üstündeyim.
Meyra'nın asla gelmediği esas konuyu beklemek beni öldürüyordu.
Meyra'dan korkmam gerektiğini bilecek kadar tanıyordum onu.
Okumuştum Meyra'yı daha da kötüsü yaşamıştım Meyra'yı.
Onunla beraber onunla nefes aldığım her an aslında Meyra'yla da
yaşamıştım. Neşesi en korkunç anıydı bunu bilecek kadar tanıyordum onu. Ve Meyra o gece o kadar neşeliydi ki sanırım iki
paket sigara bitirmişti karşımda. Ama içtiği sigaralar aslında
gelmek istemediği asla istemediği ama gelmek zorunda olduğu
konunun onu da ne kadar korkuttuğuydu. Bi de sanırım bunu beni
üzmeden nasıl yapabileceğini planlayamıyordu. Ah keşke masaya
oturur oturmaz söyleyip sonra da öylece kalkıp gitseydi. Ama
yapamıyordu. Yapmadıkça daha da korkuyordum. İkimizde o masa
hariç her masada olmayı yeğlerdik o akşam. Kadehleri
tutuşumuzdan, etimi kesişimden, çakmağı tutuşumuzdan... Her
şeyden belliydi birilerinin bizi o masadan fırlatıp atmasını
dilediğimiz. Tüm bu kanıtların hiçbirine de gerek yoktu aslında.
Handan ve Meyra oluşumuz da yeterliydi sadece.
Hesabı ödemesine engel olamadım. Çok
kararlı ve sertti bu konuda. Mizacımda böyle durumlarda
yapılabilecek hiçbir miras yoktu. En ufak keskin bir harekette her
zaman sadece arkama yaslanırım.
Tam kapıdan çıkmak üzereydik sonra
bir an olduğu yerde durdu gözlerini kapattı. Çalan şarkı
değişmişti restoranda. Bana bu şarkıyı çok sevdiğini tuvalete
gidip biraz dinlemek istediğini söyledi. Gülümsedim. Kapının
önündeki küçük iki masadan birine oturdum. Sandalyemi Düello'dan
tarafa çevirdim. Sigara yaktım sokağı izlemeye başladım. Çıkmaz
sokaktı. Sokağın girişi İstiklal'dendi sonundaysa eski Ermeni
kilisesi vardı, demir parmaklıkları noktalıyordu sokağı. Paralel
bir sokak daha vardı, kiliseye doğru baktığınızda hemen sol
taraftadır. O sokağın sonuysa ben lise yaşlarımdayken yeni
açılmış bir fasıl restoranı. Bu iki çıkmaz sokak birbirlerine
kısacık bir sokakla bağlı. O kısacık sokakta eskiden bir
restoran vardı. Öğle araları ya da okulu ektiğimiz zamanlarda yemeğe gelirdik. Bazen gazete okurduk bazen çay içerdik ama hep
uzun uzun sohbet ederdik. İlerde neler yapacağımızı anlatırdık
birbirimize. Kimsenin asla umrunda olmayacağı hayallerimizi
anlatırdık uzun uzun. Asla evlenmeyeceğimizi, bir an önce evlenmek
istediğimizi, birimize bir şey olursa hangimizin çocuklarıyla
ilgileneceğini. Ya da bazen hiçbir şey olmasa da başka
bir şey, daha kötü bir şey, asla yerine getirilemeyecek bir görevse
çocuk; o durumda da. Uzun uzun bunları
anlatırdık birbirimize. Ya da sadece kitaplardan konuşurduk. Belki
de filmlerden. Çocukluklarımızdan ve de. Ama hep konuşurduk.
Derken birden Meyra koşarak çıktı. Önümden son hızla
uzaklaştı. Meyra diye seslendim arkasından. Durmadı. Sigaram
çantam hepsi masada, peşinden koşmaya başladım. Bütün
sokak bizi izliyordu. Meyra'nın çarptığı insanlardan özür
dileye dileye koşuyordum peşinden.
-Meyra koşma dur bekle yalvarırım.
'Çocukluğum dünyanın en tuhaf
yerlerinden birinde geçti. Her gün kaybolurdum her gün birileri
beni bulup evime götürürdü. Sokaktan geçen rastgele insanlar
bazen yaşlı teyzeler bazen benden bikaç yaş büyük başka
çocuklar , öğretmenler , taksiciler.. Bi seferinde yine kaybolmuş
kendi kendime koşuyordum sokaklarda. Şimdi varlığından bile emin
olmadığım çok büyük bir çiftlik gördüm. Mandalina
ağaçlarından bahçesi ve de ahırları. O kadar büyüktü
ki kapısını bulmak için epeyce uzaklaşmıştım. Sonra karşıma
çıkan o gizli yer. Böğürtlen ağaçları. Boyumun üç dört
katı büyüklüğünde dikenli korkunç çalılar bir sürü yan
yana sımsıkı aralarından geçmek imkansız. En tepelerinde
böğürtlenleri görmek mümkündü. Şiddetli bi istekti içimde
hissettiğim. Ulaşmam gerekiyordu. Devasa çalıların etrafında
yürümeye başlamıştım. Sakindim çünkü korkmuştum. Süblimdi
sanırım hissettiğim. Bastığım çimlerin ıslak olduğunu fark
ettim. Sonra bir an suyun sesinin duymaya başladım. Tüm bu
böğürtlen krallığının ortasında kendini gizlemiş bir incir
ağacı. Ağaca doğru yürümeye başladım. Yaklaştıkça çimlerin
ıslaklığı arttı yavaş yavaş su yükselmeye başladı
bileklerime. Ağacın gövdesinden çalıların daraldığı yere
doğru içeri girdim. Kapkaranlık. Hayatımın hiçbir döneminde
tekrar asla rastlamadığım bir huzur. Küçük bi göl, etrafı ve
de üstü böğürtlenlerle kaplanmış dünyadan apayrı. Gökyüzü
yok. Koyu yeşil çalılar ve ara ara yapraklarının ortasındaki
kırmızı böğürtlenler. Güneş ışığı kovulmuş. Uyumadan
önce bana anlatılan masallar geliyor aklıma. Güzel ve Çirkin'i
hayali bir kayığa bindiriyorum kafamda, gölün bi ucundan bi ucuna
geziniyorlar. Ve serin. Olabilecek en güzel his. Gölün
yansımasında kendimi görüyorum. Yaklaşmak istiyorum. Yüzüstü
çimlere uzanıp izlemeye başlıyorum gözbebeklerimi. Koyu
kahverengi. Suya baktıkça rengi açılıyor sanki. Gözbebeklerimden
burun deliklerime kaydırıyorum bakışlarımı. Çok küçükler.
Sanki yok gibiler. Ve yoklar. Burnum gibi o da yok. Tenim yeşille
kahverengi arası bi tonda ve kabuklu gibi ya da sanki pullu gibi. Ben yani yüzüm
üçgenimsi ve ben yüzüme bakıyorum yani yüzüm benim.. Korkudan
ağzım aralanıyor ve incecik çatal dilim yavaşça dışarı
çıkıyor. Sudaki yansımamdan kendime uzanıyorum Meyra hayır
demek istiyorum ama sadece tısss sesini duyuyorum son hatırladığım
şey yılanın ya da benim sonuna kadar açılmış ağzımız.
Çığlığımı asla hatırlayamıyorum tıslamalar haricinde ama
çok güçlü deli çığlıkları atmış olmalıyım. Çiftliğin
bahçıvanı yarı baygın halde bulmuş beni.'
monsieur2
19.11.2015
Yazın sevmek çok kolaydır sevgilim tutarsın göbeğimden
fırlatırsın havuza, iskeleden güneş doğarken atarız kendimizi
suya ben sana batıp çıkıp çocukluğumu anlatırım elini
uzatırsın yukarı çekersin beni , köpek severiz çimlerde
yuvarlanabiliriz sonra geceden ayırdığın son iki dalı içeriz;
yazın sevmek ne kadar kolay baksana. Rakı akşamları olur sonra
yazın, uzun uzun hayatı anlatabiliriz birbirimize ben anne derim
sen baba dersin bi bakmışsın sarhoşuz bakmışsın aşığız.
Aşkım yazın sevmek yemin ederim o kadar kolay; dondurma alırız
, limonlu, paylaşırız adanın sahilinde, yürürüz beraber ilk
kez elimi tutarsın sonra orda ben de sanki 17 yaşındaymışım
gibi heyecanlanırım oysa yaz diye. Güneş bi doğar bi batar gün
sanki hiç bitmez sanırsın ki aylardır beraberizdir oysa günler
uzundur sevgilim bak görüyo musun yazın her şey aşkın lehine.
Balkonda masal okunur yazın, uzun uzun hiç bitmeyecek gibi yarın
sanki külkedisi yıkayacakmış bulaşıkları gibi sonra sabah
beşte hadi yıkayalım bitsin deriz gerçekten de biter, yazın her
şey mümkün. Hava ılık nefesin ılık, sevgilim yemin ederim
yazın her şey mümkün. Ama soğukta da sevemez miydin tutamaz
mıydın eldivenden de elimi . Kışın hayat başlar iş başlar
okul başlar vize stresinde de sevemez miydin sevgilim beni. Havanın
soğuğu geldi kalbin soğuğu bu, beni güneşte sevme karda sev
beni. Yazın herkes herkese aşık olur sen beni yazın güzel
akşamında değil soğuğun akşamında sev. İşten yorgun
geldiğinde açlıktan ölürken sev. Onca işinin gücünün
arasında evi toplaman gerekirken sev. Köprüye takılmamak için
gece uykuluyken araba kullanırken sev. O projenin en bok en tıkanmış
kısmında sev. Kat kat yünden ellerimi bile hissedemediğin
eldivenlerimi tutarken sev. Kasımda sev ekimde sev ne bileyim
aralıkta sev.
23.10.2015
19.10.2015
Oysa okyanus
okyanusa bırakılacak gibi değil...
bir sonraki gün yeşermeyecek,
sen O olmayacaksın
gece siyahında.
arayışın aynı olmayacak,
parmakların böyle hissetmeyecek
ellerin öyle vurmayacak.
yarın sabah kırmızıyı sevmeyeceksin
ısıtmayacak,
ruhun da üşümeyecek ayazda,
sen Ona koşmayacaksın
şu sevdiğin şarkının sözleri değişecek,
bestesi aynı kalmayacak.
sen O olmayacaksın başka dillerde
başka lisanlarda
ismin böyle işitilmeyecek,
alaycı
bugün;
bahar gazelleri yağmayacak.
tepesinden ömrünün martılar göç etmeyecek.
-karda- kaybolmayacaksın,
şiirler ıslıklayarak.
oysa,
dün; şiirler, şarkılar, sokaklar ve kar sendin.
bir sonraki gün yeşermeyecek,
sen O olmayacaksın
gece siyahında.
arayışın aynı olmayacak,
parmakların böyle hissetmeyecek
ellerin öyle vurmayacak.
yarın sabah kırmızıyı sevmeyeceksin
ısıtmayacak,
ruhun da üşümeyecek ayazda,
sen Ona koşmayacaksın
şu sevdiğin şarkının sözleri değişecek,
bestesi aynı kalmayacak.
sen O olmayacaksın başka dillerde
başka lisanlarda
ismin böyle işitilmeyecek,
alaycı
bugün;
bahar gazelleri yağmayacak.
tepesinden ömrünün martılar göç etmeyecek.
-karda- kaybolmayacaksın,
şiirler ıslıklayarak.
oysa,
dün; şiirler, şarkılar, sokaklar ve kar sendin.
9.10.2015
Güz / Başar
Canım acıyormuş taklidi yapmayacağım dedi.
Gerek yok umursamıyorum bile zaten dedi öbürü.
Mevsim diye bir şey kalmamıştı artık. Koku vardı baharat, öğleden
sonra güneşi gibiydi. Kapıyı kapattım çıktım. Bu konuşma benim için bile çok
fazlaydı. Öyle ya benim bile kalbim kaldırmıyordu artık. İstiyorsun ki ne ses
ne güneş. Siyah perdeler taktıracaktık tüm eve her bir pencereye.
Sokak yine kalabalıktan yürünecek gibi değildi. Cümbüştü Beyoğlu.
Her gün her akşam. Biz de bazen bazı geceler cümbüşün parçası gibi
hissediyorduk. Oysa bazı geceler çaylar bitmişti uslu uslu eve dönüyorduk o
zamanlar izliyorduk sadece. Bazen beraber hepimiz, bazen tek. Beraberken sesli
izliyorduk bu güzel olanıydı. Tekken kötüydü. Hepimizin aklına hep ilk
geldiğimiz gün geliyordu. Sonra bir şey olmuyordu ama.
Yine yürüyordum böyle caddeyi. Sessiz sessiz izliyordum. Ama
o gece bir şey oldu. Kolumdan tuttuğunu hatırlıyorum birinin, arkamı dönmeye
çalışmış mıydım ya da dönerken… Kendimi bir anda Tekin Kebap’ın sokağında
buldum. Dürümcüde değildim pencereden dürümcüyü görüyordum. Allah kahretsin
yine bulaştım anlaşılan bir şeylere dedim. Telefonum montumun cebindeydi ama
montum üzerimde değildi. Saat bire yaklaşmıştır diye düşündüm. Işık yoktu.
Korkuyordum tabii ki karanlıktan ama kalkacaktım mecburen. Ayağa kalktım
Tarlabaşı’nda ne halt yiyorum dedim içimden. Tam bunu düşünürken çıt sesini
duydum, kibritin alevi gözümü aldı.
Karanlıkta birinin ayağa kalkışının sesini duydum. Kibriti
gördüğüm yerden geliyordu ses. Lambanın sesi. Başar’ın evi.
‘diyebilirim ki bilinmeyen dualar buldum
başka bitkiler’
Parke ve sigara dumanı görüyordum sadece.
‘ıhlamur
Susmak ve yutkunmak’
Koliler vardı her tarafta. O an kadar çoklardı ki gözümde
diyebilirim ki milyarlarca. Diyebilirim ki belki de her köşesinde bir yudum
şarap içtiğim salon bomboştu. Diyebilirim ki belki şimdi hakikaten her
metrekaresinde şarap içebilirdim çünkü hiçbir eşya engeli yoktu. Bomboş
bembeyaz parkeler.
‘geldiğimde tek tanrılı dinlere yer yoktu’
Ut duruyordu koridora çıkan kapının başında,çöldeki çınar ağacı
gibiydi kımıldayacak halim olsa gidip ben bir kutu bulur tıkardım içine.
‘suratımı astım
Kırk vakt’e bakıp sana inandım’
Sen suratını asmazsın dedim içimden. Sen suratını asla asmazsın.
Senin suratının asıldığını görebilmek için, senin suratını asabilmek için kırk
uğraşımın kırkını feda ederdim dedim, hep içimden.Mutfağa çevirdim kafamı tek
bir cezve sallanıyor. Ayakta öyle asıldım kaldım. Sanki ut kendi kendini
çalıyordu. Ya da Başar yine çok güzel şiir okuyordu. Uttu çalan.
‘diyebilirim ki her duası feciyle biten bir ibadetti yaşamak’
-Eşyaların neden?
-Gitme vakti, taşınıyorum.
-Hayır taşınmıyorsun.
-Taşınıyorum hem de Sofya’ya.
-İstanbul’dan taşınamazsın, kimse İstanbul’dan taşınamaz.
Cezveyi
benim için kutuya koymamış kahve içermişim diye. Kahve içiyorduk boş salonun
ortasında.
Dörde doğru beraber çıktık evden. Çıkarken son fincanımdan son bir
yudum aldım, sanırım saatlerdir varlığını unutmuş olmalıydım buzdolabından
çıkmış gibiydi. Merdivenleri inerken dönüp kapıya baktım, son kez muhtemelen
dedim, başım da dönüyordu şimdi feci. Tekin hala açıktı, bu saatte çorba verirdi
ama sadece. Euro Plaza’nın oradan konsolosluğa çıkıyorduk. Uzun bir süre
ışıklarda bekledik, caddenin en yoğun saatiydi taksicilerin hepimizi toplayıp
eve götürdüğü saatti. Beni bırakmasını konuşmamıştık bile aramızda bırakıyordu
zaten işte eve. Niye bırakmasındıydı ki? Ne zaman bir erkek beni eve bıraksa
hep şeyi düşünürüm beni bıraktıktan sonra dönerken o tecavüze uğrasa onun
ağzını burnunu kırsalar çok komik olmaz mıydıyı. Eve yaklaşmıştık Şok’un
sokağındaydık. Evden çıktığımızdan beri hala hiç konuşmamıştık. Çok garip değil
mi o da ev bu da ev. İkisi de ev ama biri yarın olmayacak. Sonra döndüm
Sofya’daki emlakçısıyla ilgili bir şey sordum. Cevap verdi bir şey daha sordum
bir daha cevap verdi sürekli sordum. Evin sokağına varana dek asla susmadan
konuştuk. Sanki eve daha otuz sokak varmış gibi konuştuk. Susmaktan korkuyordum
susunca sanki… Ya da susmazsam sanki…
monsieur2
7.10.2015
4.10.2015
2.10.2015
zaaf
the wall
-Galiba aşık oldum!
-'If we all talk about is money,
Nothing will be funny, honey'.
-Astral seyahat hakkında ne düşünüyosunuz?
-Ben de deniyorum.
Olivia
-Jinekoloğa gitmem gerek ama İstanbul'da jinekoloğa gitmemden daha tehlikeli bir şey düşünemiyorum.
-Bir öğle arası daha karalahana çorbası içersen seni bu mekana sokmuyorum.
-Akşam galiba yine Kadıköy'deyim.
-Dünkü kazağı inanılmaz beğendim ama şuan alabileceğimi sanmıyorum belki gelecek hafta.
meşrutiyet
-Deepweb?
-Dershane?
-Çay?
-Beyaz peynirli domatesli kepekli tost?
monsieur2
Olivia
-Jinekoloğa gitmem gerek ama İstanbul'da jinekoloğa gitmemden daha tehlikeli bir şey düşünemiyorum.
-Bir öğle arası daha karalahana çorbası içersen seni bu mekana sokmuyorum.
-Akşam galiba yine Kadıköy'deyim.
-Dünkü kazağı inanılmaz beğendim ama şuan alabileceğimi sanmıyorum belki gelecek hafta.
meşrutiyet
-Deepweb?
-Dershane?
-Çay?
-Beyaz peynirli domatesli kepekli tost?
monsieur2
trenler çaydanlıklar ve havaalanları
İnsanları ne kadar yargıladığımız? Gerçekten mi?
Kutu kutu odalarda yaşayıp en sevdiğimiz eşyalarımızı hep kutularda mı saklıyoruz?
30 yaşına geldiğimizde çaydanlığımız olacak mı?
Bir şehirden ötekine koşarken havaalanları küçük mü gelmeye başladı?
İlk sevgilim öldüğünde 21 yaşındaydım diyeceğim, ilk sevgilim neden öldü?
En sevdiğim yemek hep ketçap mayonez makarna kalacak değil mi?
O gün o konser biletini sadece bir kişi için mi almıştım?
Erkek arkadaşım yeni bir şehre varır varmaz ilk iş hediyelik eşya dükkanına gitmelisin diyor haklı değil mi?
Bir an için J.K. Rowling'in Harry Potter'ı hiç yazmadığını hayal et, korkunç değil mi?
Dün kaldırım taşıyla bir adamın kafasını yarıp ardından olayı gören polis memuruna kaldırım taşını çaldığı için özür dileyen bir adamın hikayesini okudum, okumalı mı?
Kaçımızın anneannesi vefat etti?
Kaçımız sigara içiyoruz?
Ya da içmiyoruz?
Almanya'daki trenler mi daha güzel Fransa'dakiler mi?
monsieur
17.09.2015
muharebe
gözlerimizle kovalamaca oynuyoruz,
hayallerde Upanişadlar Olympos'a meydan okuyor
sen çıkıp bağırıyorsun,
çıkıp dur diyorsun birden bire.
Sonra:
"tu m'a dit 'je t'aime'
je t'ai dit 'attends'
j'allais dire: 'prend-moi'
tu m'a dit 'va-t-en!' "
veya dilimizde;
"gitmeyeceğim,
gitmeyeceğim,
gitmeyeceğim.
hoşçakal."
monsieur2
hayallerde Upanişadlar Olympos'a meydan okuyor
sen çıkıp bağırıyorsun,
çıkıp dur diyorsun birden bire.
Sonra:
"tu m'a dit 'je t'aime'
je t'ai dit 'attends'
j'allais dire: 'prend-moi'
tu m'a dit 'va-t-en!' "
veya dilimizde;
"gitmeyeceğim,
gitmeyeceğim,
gitmeyeceğim.
hoşçakal."
monsieur2
14.07.2015
10.07.2015
"Saat kaç?"
Küçükyalı'ya
gidip gidemeyeceğimi bilmeden, ince hesapları kapı kenarında
bırakıp evden çıkıyorum. Saat 22.30, mekan Çemberlitaş,
sonbahar akşamıyız. Evden çıkıp arıyorum:
-Ben,
şey, geliyorum... Sanırım...
-Ne
demek sanırım? Neden gelmeyecekmişsin ki?
-Böyle
nereye kadar gidecek, seni üzüyorum, kendimi üzüyorum.
Problemlerine problemler katıyor gibi hissediyorum. Hem de sadece
seni rahatlatmak istiyorken.
Karşıdan
umulmadık bir sessizlik... Divanyolu Caddesi'nde bir aşağı bir
yukarı yürümeye koyuluyorum telefondaki sessizliği dinlerken.
-Aslı,
gelecek misin?
-Tamam
uzatmıyorum, geliyorum.
Taksiye
atlıyorum, "Yenikapı, Marmaray abi.". "Tamam kızım
ben seni yetiştireyim." Saat? Saat kaç olmuş ki
yetişecektim? Telefonu çıkarıyorum tekrar çantamdan, iki cevapsız
çağrı. Gelme mi diyecekti yoksa? Artık çok geç, yola
koyuldum, geri dönmedim bile çağrılara. İniyorum taksiden.
Metroya doğru yürürken insanların koşuştuğunu görüyorum. Onlara
katılıyorum, olanca gücümle metroya atıyorum kendimi. Saat? İki yeni
mesaj. "Ayrılık Çeşmesi'ne vardığında haber ver."
"Bostancı'da ineceksin.". Sirkeci-Üsküdar-Ayrılık
Çeşmesi. "Ben indim, Bostancı'ya doğru geliyorum."
Saat? 23.45. Son metro mu? Biraz daha koşturuyorum sonra, yalnız bu
sefer durak sayısı biraz fazla mı? Bitmek bilmiyor sanki.
“Gelecek istasyon: Koşuyolu.”
Neden
gidiyorum onu görmeye, neden, biz ayrılmadık mı? Yanıyorum,
boğuluyorum... Yüzümü ellerimden yukarı kaldıramıyorum.
Ellerim sanki senin sesinde. Neden?
“Ellerin,
ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.”
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.”
Gelecekten
bir sahne geliyor gözümün önüne, o ve ben sırt sırta
yaslanmışız. Ben onun omzuna koymuşum kafamı, o benimkine...
Bahçedeyiz. Huzurluyuz. Ben huzurlu değilim ama şimdimden. Mutlu
muyum? Yanıyorum, mutluyum. “Gelecek istasyon: Bostancı.”
Kapıya doğru ilerledim, bomboş metro istasyonları kalabalık
metro istasyonu kadar geriyor beni hep. Malum “gece yarısı
sokakta yürüyen, sokakta tek başına yürüyen kız” olmak zor.
Buradan alsaydı keşke beni, nerede acaba şimdi, hiç bilmediğim
bir yerdeyim, daha önce hiç gelmediğim bir yerde olmanın telaşı
var içimde gece yarısı. Saat? Telefonum hala çekmiyor. Doğru
metro çıkışını seçiyorumdur umarım diyerek Bostancı Köprü
çıkışına yöneldim. Çıktığım yerde, üst geçitte, aynı
bordo gömlekle beni bekliyordu. Yüzündeki ifade o kadar tanıdık
ki, aynaya baksam aynını göreceğimden o kadar eminim ki. Yanıyor
ve mutlu. Biz ayrıldık ama? Hakikaten neden ayrıldık biz?
Tanımadığımız
evlerin otoparklarına giriyoruz, benim sessiz bir yerde bir telefon
konuşması yapmam gerekiyor çünkü. Gecenin bir yarısı ana yolun
kenarında başka sessiz yer de yok. Araba hırsızı sanılıp
kovalanıyoruz, koşuyoruz biraz, sonra kahkahalar, kahkahalar...
Bilmediğim yollardan yürüyoruz, sevdiği bir yere gidecekmişiz.
Deniz
kenarı, o saatte açık nadir yerlerden birine gidiyoruz kapanana
kadar oturuyoruz. Gelecek konuşuyoruz, onun geleceğini konuşuyoruz,
diyoruz ki birbirimize yaslanalım... Dur yoksa ben mi diyordum onu?
Demedim mi yoksa onu? O metrodaki görüntü müydü sadece? Ama o an
birbirimize yaslanıyoruz, başka hiçbir şeyimizin olduğuna
inanmıyorum ben.
Eve
giderken “Hakan'ı arasana bi” diyor bana, Hakan'la konuşuyoruz
yarının planını yapıyoruz. Dolmuşa biniyoruz, Küçükyalı
dolmuşuna, bir gülümseme var suratlarımızda, benim aklımdan
başka bir görüntü geçiyor, gelecekten: Aynı şöforün
kullandığı dolmuşta ben tek, ters yöne doğru gidiyorum. Burnuma
şimdinin kokusu geliyor, ayılıyorum. İndiğimiz yerden sigara
alıyoruz, ikimizin de paketler masada kalmış malum... “Sen artık
içmeyeceksin ama” diyor içeceğimi bilerek. Gülüyoruz.
İşbankasının yanındaki sokağa giriyoruz, iki adım arkasından
yürüyorum bilerek. Dönüp bakıp en sevdiğim oyunuma gülüyor.
İlk sokağa sapıyor caddede hala tanıdıklar var belli ki ben
biraz daha geride kalıyorum, apartmana girişimde:
-Hoşgeldiiinn!
-Hoşbulduk
Selçuk, hoşbulduk sevgilim.
Hoppalaa!
Neden böyle dedim ki ben? E ayrıldık biz? Sessizlik oluyor tabi
yine, ufaktan dalga geçer gülüşünü hissediyorum, utanmama
karşılık. Merdivenleri çıkıyor, alçak merdivenler çık çık
bitmiyorlar ki suratını göreyim. Apartmanda da ses yapmamam lazım
malum aileler... Anahtarla açıyor kapıyı, ayakkabımı bırakıp
içeri giriyorum. “Kapısında ayakkabılarımı
bıraktım!” diye seviniyor içim.
Çay
demleyip, çalışma masasını toparlıyorum. Neler yapması
gerektiğini anlatıyorum hızlı hızlı. Sonra kafamı bir
kaldırdım ki, benim ayrıldığım sevgilim gözleri dolu dolu
gülümseyerek bakıyor bana, hani öyle şefkatle, öyle minnetle,
öyle merhametle. “Sahi neden ayrıldık biz?” demedim tabi, öyle
dırdırcı kadın değilim ki ben, hem ayrılsak ne olur ki, elim
elinde olup birbirimizi sağa sola sürükledikten sonra. Çaylarımızı
alıp, televizyonu açtık sonra. Dizine yattım sanki. Sabah salonun
tekli koltuğunda pencere kenarında bir sigara içtim. Başka bir
günün sabahı mı idi yoksa o? Bir de karşı balkonda geceden bir
çift hatırlıyorum, yeni evliler, evlerini boyuyorlar. “Aslı,
nerdesin hadi?”
Sonrası
yok benim elimde... Hikayenin buradan sonrası kayıp zihnimde. Ne
oldu, ne bitti bilmiyorum bir daha o gece gibi bakmadık birbirimize.
26.04.2015
Hala aynı -2-
Sessizlik koptu sonra.
Korkmadı hayattan çünkü unutmaktan korktuğu kadar. Bambaşka giyinerek sokaklarda dans eden nefesini ancak tecrübeler yoruyordu, bir onlarda duruluyordu. Anılarında gezdi; simitçi tentesinin altında, yağmurda, birkaç sokak çaycısında, köşelerde, reklam panolarının altında, balıkçılarda... Şapkasının, gözlüğünün, rengarenk yüzünün altından ekşi gülümsedi. Bayır aşağı yuvarlandı denize vurasıya kadar.
Sahile sıkı sıkı tutundu düşmemek için, ıslanmamak için.
monsieur1*
monsieur1*
20.04.2015
Limanında
bir tramvay on beş durak mesafedesin,
-sanki- fersah fersah yol alınıyor her adımda
sesleniyorsun sarı odandan ismimi
kulağıma yıllar sürüyor -sanki- ulaşması
sımsıkı sarmışsın kendini bu bahar sıcağında
yüzün umutsuz çizgilerini yüzüme saklıyor
yüzün susuyor kahkahalar ulaşıyor,
günahları boşverdik de kulları mı üzemiyorduk, güzel gecelerde?
*monsieur1
11.01.2015
"alıntı"
Kırmızıyı ben çözerim, karanlığı kim süpürür bilmem.
sahte tuzaklarım var, gökkuşağına giden patikalarımda
bir kırmızı kaldı parmak uçlarımda
and we don't care about our own faults talking 'bout our own style all we care 'bout is talking talking only me and you
sahte tuzaklarım var, gökkuşağına giden patikalarımda
bir kırmızı kaldı parmak uçlarımda
4.01.2015
Slices///
5.09 harika diyarından korkuyor Alice, siyah.
5.39 frekanslar yerle bir.
2.01.2015
Hala aynı
Yer sarsılmadı.
Gök yerinden oynamadı. Alevler etrafını sarmadı. Canı yanmıyordu. Nefes
alabiliyordu. Herkes yaşamıyordu. Herkes ölmüyordu. Ne göktaşları, ne
zabaniler, ne karabasanlar, ne hayvanlar, ne bitkiler, ne insanlar... Değişmiyordu.
Değiştiremiyordu.
"Olduğun gibi değil olmak
istediğin gibi görün; çünkü her yalan bir yaratış."
Cemil
Meriç
Tamam. Şimdi ne yapmak istiyordu?
SAKLANMAK. Şimdi nereye gitmek istiyordu? KARANLIĞA. Pekala, tamam. Neredeydi
bu karanlık? Hem nasıl gidecekti oraya? SESSİZLİK kopmalıydı.
Yaratmakla başladı
kendine beğendiği ruhları, koleksiyoncu itinasıyla toparladı. Yazdı onları,
çizdi sonra. AYNAya yerleştirdi. Mimiklerine yerleştirdi. Bitmek bilmeyen
seçenekler dizisi. Herkes olabilirdi, her şey olabilirdi. Hepsini istiyordu.
Hepsini düşlüyordu. Kavga ediyordu, kavga ettiler. Kendi aralarında her kimliği
bir öncekine sırt çevirdi. Devamı bir ışıktı. Fikri bir ışıktı yine kendi
kavgasına, kararsızlığına. Madem bu kadar kavga vardı, madem hepsini istiyordu,
hepsini düşlüyordu... HEPSİNİ DENEYECEKTİ. Denemezse seçemeyecekti. Denemezse
yine doğru kaçacaktı her seferki kıvraklığıyla. Kimde, kime, kimi deneyeceğini
yine ışığına bırakıp sokağa atmaya karar verdi bu bir türlü sindiremediği
ruhunu. Bir dolu aksesuar aldı yanına şapkalar, takılar, gözlükler, ayakkabılar,
fularlar... Bir poşete sığıştılar ve ATLADI sokağa.
2011
monsieur1
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)