20.05.2016



Everyone had a story, Jackson's story was simple. He was a stoneworker at a village where had many stonework to do. He was always lifting very heavy stones and was getting tired. And one day he found a very little shiny stone so easy to lift but when he took the shiny little stone into his hands he realized that he could throw it, so he did throw it.



Monsieur2

İnsan olarak ilerleyememe sorunu

Durdum. GERİLEDİM.
Küçük bi denizin en sığ yerindeyim, bencillik denen yosunlar bacaklarımı yalıyor. Nefesini aldığını hissettiğimde içimi huzurla dolduran insanlar silik.
Yalnızlığa itilmek ya da yalnızlığa çekilmek.
Cümle kurarak konuşabilmekten usandım.
İnsanlarımı terk edeli çok oldu.
Çoğu şeyin varlığından şüpheliyim.
Çabalamak yaşadığımı hissettiriyor bu yüzden çabaladığım her yeri kısa tırnaklarımla çizmeye çalışıyorum, kanata kanata topraklarını eşelemek istiyorum.. Kan yok.
Eskiye asla dönemedim ve eskiyi asla bırakamadım.
Farklılıklarımı tükettim, çoğunu elimde bile tutmak istemiyorum artık.
Taşıdıklarımı yük bildiğimi fark etitğim o sabaha döndüm, tüm gece tırnakarımı törpüledim.
Telefonda duyduğum sesler anlam ifade etmiyor.
Bilmediğim her dilde tanıdıklık hissi, Türkçe beni üzüyor.
Koparılıyorum kendim, kendim ve kendim; üç kendim tarafımdan yine kendimden.
Her obje hacimsiz her his uzayın dibi.
Sorumluluk bazen tüketiyor bazen dolduruyor.
Gün çok güzel, bitişini beklemek tuhaf ama bitişi yakaladığım günler daha da tuhaf.
İnsanın kendiyle çıldırdığı kendine dünyaları sunmak istediği yaşlar. Kendine dünyaları sunabilmek bu mümkün mü ya da dünya gerçekten dışarda ve artık kendini bırakmalı mı? Önce hisler bırakılmalı. Var olan her hisse sımsıkı sarınılmalı, varlığından şüphe duyulduğu an sadece bırakılmalı.
Hayatttayım. Bu cümle çabadan gelmeyecek artık. Biri için yapılmaya çalışılan hiçbir şey o şey değil, o şey tek bir şey değil her şey değil ama hiçbir şey de değil. O şey bugün uzak. Uzaklık kavramı göreceli pek çok diğer kabus gibi, bırak kabuslar gece görülsün.
On altı yaşındaki her beynin kıvrımları seneler sonranın özlemiyle kasılır, o seneler de uzaktı ama uzaklık o zaman göreceli değildi.
Merhametli değilsin, bu bir suç değil.
Yalan söylüyorum, söyleyeceğim buna alışacağım. Yalan hayatın en gerçek taraflarından biri. Bu belki suç çünkü cezaları var, bunu kaldırabilmek biraz yaşamak.
Kendi toprağımı eşeliyorum.. Kan var.
Kimse kimsenin insanı değilmiş, dün gece uykumda insanlarımdan biri anlattı.
Kitaplardan prensesler yok oldular, belki yedi yaşımdan beri okuduğum her kitapta dönmelerini bekledim.
Kendi gözlerini bazen masaya koyabilmen.
Kaç dua edebilirsin tek bir insanın kalbinin sağlamlığı için?
Düşünmek yalnızlara mahsus.
Deniz günahları siler yaz sonu dudaklarından bikaç hece düşer ismin tekrar ismine döner. Çehren hiçbir zaman aynı olmaz, gülümsemen hep başka şekil alır.
Küçük denizler zor bulunur, her nasılsa herkesin denizi küçüktür. Okyanus bazen en küçük denizin en sığ yeridir kumun bi ucunu tutmana bağlı.
O yaz seninle balkonda saatlerce konuştuğumuz o an, telefonun hangi ucundaydık ve ben ilk kezlerimleydim. Sen de öyle. Hiçbir şeyi dert etmediğimiz zamanlar vardı çünkü doğru insanlardaydık. Bugün dönüp bazen pişmanmışız gibi ansak da o gün o insanlar doğru insanlardı. Doğru insanla ilgili en önemli şeyi sonunda öğrendim: O an senin yanında olmak isteyen insan doğru insan. Olmak istediği yer senin yanın olan insan, yanına senin çocuksu ısrarlarınla ya da seni henüz tanımanın merakıyla gelmiş insan değil, orada o anı seninle yaşamak isteyen insan. Bazen fark etmeden bir anda ayaklarının kendini senin yanına sürüklediği insan. Bu bir mucize, iki insanın aynı anda anlarını paylaşmak istemesi XXI. yüzyılda bir mucize.
Kaç yazdır karnımda deniz tuzu.
Önem vermediğim tüm insanlardan özür dilerim, bir şeyleri değiştireceğimden değil içimden özür dilemek geldiği için ve hatta belki daha da az önem vereceğim pekçoğunuza; bunu değiştirecek gücüm yok. Güçsüz olduğum için değil gücümün yerini bilmiyorum, bilincim benden gizliyor bir bildiği muhakkak olmalı.
Şimdi Tanrı beni affetsin korkunç bir itiraf parmaklarımdan fışkırmak üzere; ben hayatımda hiç sevemedim. Bi arabada elini tutmayı çok sevdim pek çok insanın, bi sokaktan beyaz siyah kunduralarla şarap almayı sevdim pek çok insanla ya da bi mekanda birinin birisi olmayı sevdim. Salt sevmeye en yaklaştığım anlarda tüm bu ilüzyonlar duvarları ördü. Birini gerçekten sevmeliyim bi gün.
Davranış bozukluklarım.
Bir takım ailevi masallar çok eskidi, unutulmaya yüz tutalı bile çok oldu ki; hatırla eskiye dönmek zaten mümkün değil ve onu bırakmak da ama yaşatmak çok hasta.
Tutarlılık meğersem bir hünermiş, zorluğu senelerin birikmesiyle çıktı ortaya. Bununla ilgili affedeyim ki bir savaşım yok. Soğuk bir ateş gibiyim alevlerin şekli gibi ne dünüm eş ne yarınım. Bunu ancak odunlarımın ilk atıldığı sıradalarda elimi tutan benimle yanmaya başlayan sayılı kıdemli insan anlayabilir ve de beslenmesi gerekeceğinde orda yeni kütüklerde benimle yanacaklar.
Yirmilere geldiğimde en çok yeni tanıştığım insanlarda ilk özlerini kaçırmış olmaya sitem ettim, alışması sancılı oldu. Bu bi yandan da bi heves ilk gençliği özlemekti aslında. Bazı defterlere yüzlerce kez yazmak zorunda kaldım: 'Seventeen is gone.'
Delirdiğimde kendimi terk edebilmem lazım, günde her an kahrolamam.
Kahır.
Sancıların bastırdığı tuhaf bir dönem, biraz uzun ve talihsiz; hissettiğimi sandığım her şeyden korumam lazım kendimi.