20.05.2016



Everyone had a story, Jackson's story was simple. He was a stoneworker at a village where had many stonework to do. He was always lifting very heavy stones and was getting tired. And one day he found a very little shiny stone so easy to lift but when he took the shiny little stone into his hands he realized that he could throw it, so he did throw it.



Monsieur2

İnsan olarak ilerleyememe sorunu

Durdum. GERİLEDİM.
Küçük bi denizin en sığ yerindeyim, bencillik denen yosunlar bacaklarımı yalıyor. Nefesini aldığını hissettiğimde içimi huzurla dolduran insanlar silik.
Yalnızlığa itilmek ya da yalnızlığa çekilmek.
Cümle kurarak konuşabilmekten usandım.
İnsanlarımı terk edeli çok oldu.
Çoğu şeyin varlığından şüpheliyim.
Çabalamak yaşadığımı hissettiriyor bu yüzden çabaladığım her yeri kısa tırnaklarımla çizmeye çalışıyorum, kanata kanata topraklarını eşelemek istiyorum.. Kan yok.
Eskiye asla dönemedim ve eskiyi asla bırakamadım.
Farklılıklarımı tükettim, çoğunu elimde bile tutmak istemiyorum artık.
Taşıdıklarımı yük bildiğimi fark etitğim o sabaha döndüm, tüm gece tırnakarımı törpüledim.
Telefonda duyduğum sesler anlam ifade etmiyor.
Bilmediğim her dilde tanıdıklık hissi, Türkçe beni üzüyor.
Koparılıyorum kendim, kendim ve kendim; üç kendim tarafımdan yine kendimden.
Her obje hacimsiz her his uzayın dibi.
Sorumluluk bazen tüketiyor bazen dolduruyor.
Gün çok güzel, bitişini beklemek tuhaf ama bitişi yakaladığım günler daha da tuhaf.
İnsanın kendiyle çıldırdığı kendine dünyaları sunmak istediği yaşlar. Kendine dünyaları sunabilmek bu mümkün mü ya da dünya gerçekten dışarda ve artık kendini bırakmalı mı? Önce hisler bırakılmalı. Var olan her hisse sımsıkı sarınılmalı, varlığından şüphe duyulduğu an sadece bırakılmalı.
Hayatttayım. Bu cümle çabadan gelmeyecek artık. Biri için yapılmaya çalışılan hiçbir şey o şey değil, o şey tek bir şey değil her şey değil ama hiçbir şey de değil. O şey bugün uzak. Uzaklık kavramı göreceli pek çok diğer kabus gibi, bırak kabuslar gece görülsün.
On altı yaşındaki her beynin kıvrımları seneler sonranın özlemiyle kasılır, o seneler de uzaktı ama uzaklık o zaman göreceli değildi.
Merhametli değilsin, bu bir suç değil.
Yalan söylüyorum, söyleyeceğim buna alışacağım. Yalan hayatın en gerçek taraflarından biri. Bu belki suç çünkü cezaları var, bunu kaldırabilmek biraz yaşamak.
Kendi toprağımı eşeliyorum.. Kan var.
Kimse kimsenin insanı değilmiş, dün gece uykumda insanlarımdan biri anlattı.
Kitaplardan prensesler yok oldular, belki yedi yaşımdan beri okuduğum her kitapta dönmelerini bekledim.
Kendi gözlerini bazen masaya koyabilmen.
Kaç dua edebilirsin tek bir insanın kalbinin sağlamlığı için?
Düşünmek yalnızlara mahsus.
Deniz günahları siler yaz sonu dudaklarından bikaç hece düşer ismin tekrar ismine döner. Çehren hiçbir zaman aynı olmaz, gülümsemen hep başka şekil alır.
Küçük denizler zor bulunur, her nasılsa herkesin denizi küçüktür. Okyanus bazen en küçük denizin en sığ yeridir kumun bi ucunu tutmana bağlı.
O yaz seninle balkonda saatlerce konuştuğumuz o an, telefonun hangi ucundaydık ve ben ilk kezlerimleydim. Sen de öyle. Hiçbir şeyi dert etmediğimiz zamanlar vardı çünkü doğru insanlardaydık. Bugün dönüp bazen pişmanmışız gibi ansak da o gün o insanlar doğru insanlardı. Doğru insanla ilgili en önemli şeyi sonunda öğrendim: O an senin yanında olmak isteyen insan doğru insan. Olmak istediği yer senin yanın olan insan, yanına senin çocuksu ısrarlarınla ya da seni henüz tanımanın merakıyla gelmiş insan değil, orada o anı seninle yaşamak isteyen insan. Bazen fark etmeden bir anda ayaklarının kendini senin yanına sürüklediği insan. Bu bir mucize, iki insanın aynı anda anlarını paylaşmak istemesi XXI. yüzyılda bir mucize.
Kaç yazdır karnımda deniz tuzu.
Önem vermediğim tüm insanlardan özür dilerim, bir şeyleri değiştireceğimden değil içimden özür dilemek geldiği için ve hatta belki daha da az önem vereceğim pekçoğunuza; bunu değiştirecek gücüm yok. Güçsüz olduğum için değil gücümün yerini bilmiyorum, bilincim benden gizliyor bir bildiği muhakkak olmalı.
Şimdi Tanrı beni affetsin korkunç bir itiraf parmaklarımdan fışkırmak üzere; ben hayatımda hiç sevemedim. Bi arabada elini tutmayı çok sevdim pek çok insanın, bi sokaktan beyaz siyah kunduralarla şarap almayı sevdim pek çok insanla ya da bi mekanda birinin birisi olmayı sevdim. Salt sevmeye en yaklaştığım anlarda tüm bu ilüzyonlar duvarları ördü. Birini gerçekten sevmeliyim bi gün.
Davranış bozukluklarım.
Bir takım ailevi masallar çok eskidi, unutulmaya yüz tutalı bile çok oldu ki; hatırla eskiye dönmek zaten mümkün değil ve onu bırakmak da ama yaşatmak çok hasta.
Tutarlılık meğersem bir hünermiş, zorluğu senelerin birikmesiyle çıktı ortaya. Bununla ilgili affedeyim ki bir savaşım yok. Soğuk bir ateş gibiyim alevlerin şekli gibi ne dünüm eş ne yarınım. Bunu ancak odunlarımın ilk atıldığı sıradalarda elimi tutan benimle yanmaya başlayan sayılı kıdemli insan anlayabilir ve de beslenmesi gerekeceğinde orda yeni kütüklerde benimle yanacaklar.
Yirmilere geldiğimde en çok yeni tanıştığım insanlarda ilk özlerini kaçırmış olmaya sitem ettim, alışması sancılı oldu. Bu bi yandan da bi heves ilk gençliği özlemekti aslında. Bazı defterlere yüzlerce kez yazmak zorunda kaldım: 'Seventeen is gone.'
Delirdiğimde kendimi terk edebilmem lazım, günde her an kahrolamam.
Kahır.
Sancıların bastırdığı tuhaf bir dönem, biraz uzun ve talihsiz; hissettiğimi sandığım her şeyden korumam lazım kendimi.


31.03.2016

kelebek kanatları


yanımda
bir ölüm, bir yalan müstesnâ
dua okur dudakların
sen kıymetini bilen mümkün her mahlukatın
cebinde şükür taşları
yanılışlara saldırırsın.

----

yanında
bir soğuk, bir tümsek müstesnâ
dua okur dudaklarım
ben gizini merak eden mümkün her mahlukatın
cebimde merhamet çiçekleri
selahiyet kovalarım.

monsieur1


16.03.2016



BAY RAİF


Oda. Çay koyuyorum, herkes çay koyuyor. Odada soğuk kalan kısım hep parke sanki sadece yere yaklaştıkça üşünür oysa duvarlar sımsıcak, başka bi evin sevgisinden. Saate bakıyorum henüz on bir, gündüz saatlerinde ne yapılır hiç bilmem; benimle beraber onlar da saatlerine bakıyorlar ve ne yapılacağını bilmiyorlar. Elimdeki fincanı masanın üzerine bırakıyorum aynaya doğru yürüyorum onlar da. Çizgiler arıyorum yüzümde bir tane bile yok deliriyorum, bu nasıl tecrübesizlik. Tavandan inen avize altın renginde, dört farklı sarkıntısının her birinde eflatun camla kaplı dörder ampul; hava akşama yüz tutsa da yaksam diye iç geçiriyorum. Gözlerimiz eflatuni altından avizede, hepimizin. Sandalyeme dönüyorum çayımı kucağıma alıyorum iki elimle fincan altlığını tutuyorum, hiç içesim yok, saate tekrar bakıyorum. Belki biri uğrar odama diye kapıya dönüyorum, kulpunu izliyorum hareket edecek mi diye bekliyorum ama oysa ki biri gelse kapıyı çalardı önce, kapının çalınacağı yere baksam ya diyorum. Kapıyı süzüyorum boydan aşağı ortalama boydaki birinin yumruk yapacağı elinin nereye denk gelebileceğini kestirmeye çalışıyorum, ardından hepimizin göz bebekleri kapının ortalarında bir alanda aşağı yukarı hareket ediyor. Boynum yoruluyor tekrar kucağımdaki fincana dönüyorum bir yudum almaya zorluyorum kendimi, henüz soğumamış. Beyaz ahşaptan masamın hemen önünde pencerem var o da beyaz o da ahşaptan, bu yüzden soğuk heralde odam. Ne sokak görünüyor ne gökyüzü. Karşıdaki tipik Alsace binaları sadece. Eski beton, kalın kahverengi ahşap destekler ve pencereler; çatıları kiremitten, daha açık bi kahverengi destekliklere göre, tuğla rengine yakın. Telefonum çalıyor başta inanamıyorum. Hepimiz aynı anda telefona dönüyoruz. Sıfır dokuzla başlıyor numara öyleyse bir evden yapılıyor arama. Ne yapacağımı düşünmeye dalmışken arama kesiliyor. Hiçbirimiz cevaplamadık. Geri aramak istiyorum galiba ama ne diyeceğimi kestiremiyorum. Yanlış numaradır büyük ihtimalle, altılardan biri kazayla dokuz tuşlanmıştır. Fincanımı masaya bırakmaya yelteniyorum fakat hiç yer yok. Kitaplar, kesilmiş gazete küpürleri, başka günlerden içilmemiş fincanlar, gözlüklerim, tren garından topladığım opera ve tiyatro programları... Ah buzdolabı! Açık unutmuşum hissettiğim soğuk ondan olmalı. Elimde fincanımla ayağa kalkıyorum kapatmak için. Hepimiz aynı anda uzatıyoruz ellerimizi kapağına, buyrun siz kapatın der gibi geri çekilip müsade ediyorum kapatmıyorlar, uzanıp ben kapatıyorum yine. Tekrardan aynaya yürüyorum masamın tam arka çaprazında kapıdan tarafa değil, kapı arkaya göre düşünecek olursak sol çaprazda kalıyor. Sağ çaprazda kanepem var, iki kişilik siyah kadife kumaştan. Çok rahattır. Aynadan tuttuğum fincanın desenini inceliyorum; beyaz porselen üzerinde pembe güller ne kadar klişeyim! Aylar önce doğu istasyonunun arka sokağında kurulan pazardan almıştım; altı adet. Diğer beşi de masanın üstündeler. O halde bugün yıkamak gerekecekti hepsini hatta kaşık da yıkayabilirdim iki tane kaldı sanırım. Çaydan bi yudum alıyorum, sıcak değil. Sanırım anneannemin fincanları da gül desenliydi emin olamıyordum çok eski düşünmek için. Saate bakıyorum on biri geçeli biraz olmuş eyvahlar olsun. Parka mı gitseydim ya acaba? Gazete okurdum belki çimlerde, ya biri bana çimlerde neden gazete okuduğumu sorarsa? Sesli sormuş olacağım ki Bayan Zet cevap verdi:
-Çimlerde gazete okumaktan keyif aldığınızı söylersiniz siz de onlara.
İyi ama ya bunun bi mahsuru varsa, o halde ben ne yaparım yok hayır mümkünü yok tartışmayalım bile bu konuyu. Soğumuş çayımla dolu fincanımı masamdaki tramvay biletlerinin üzerine bırakıp, kaloriferin yanındaki çekmeceden kağıt çıkarıyorum yerden pilot kalemi kapıp sandalyeme geri oturuyorum. Afişleri toparlayıp bir araya getirip parkeye bırakıyorum ki masamda yer açılsın böylece kağıdımı sığrdırabileyim.

Sayın Çimlerde Gazete Okumamla İlgili İthamda Bulunan Kişi,

Sizi hayalkırıklığına uğrattıysam en içten üzüntülerimle özür dilemek isterim öyle ki bu öğle vaktini bir başkasının kederiyle değerlendirmek gibi bir maksada kesinlikle sahip değildim. Ayriyetten sizden dilediğim özrün karşılığında benim de bir beklentim olacağını elbette tahmin edersiniz, sanmayın ki durumun kıstaslarının yahut size sunduğum özrün ederinden çok yüksek bir bedelde bir beklenti bu, aksine bu ikisinden de pek daha mütavazi bir beklenti olduğuna temin ederim sizi: Rica ederim bir dahaki sefere benimle bu husasta iletişime geçmeyiniz, düşüncesi bile odamdan çıkmama mani oluyor.

En derin saygılarımla

Bay Raif Köhley


Uygun mu diye birkaç kez okuyup teyit ediyorum emin olduktan sonra pilot kalemimi kapatıp kaloriferin yanındaki çekmeceye geri dönüp bu kez zarf aramaya koyuluyorum. Beyaz olmaz siyah olmalı diye düşünüyorum ki durumun ciddiyeti şüphe getirmesin, ya kara haber sanıp endişelendirmiş bulunursam kişiyi ama hayır bu kadarı da benim alakam dahilinde olamaz, ki özrümü bile dilemişken hayır hayır bu kadar yufka yürekli olamam o zaman herkes üzerime gelir nitekim geliyorlar da! Siyah zarf konusundaki ciddiyetimde taviz vermemeliyim! Heyecandan olacak bağırmışım Ziya beni onaylıyor:
-Yerinizde olsam daha da sert bir üslupla yazardım mektubu.
Nasıl yani diye soruyorum, ayaklarım uyuşuyor canım sıkılıyor.
-Bildiğiniz daha sert işte canım!
Evet evet haklısınız ama ya çok sert olursa? Ayaklarım fena haldeydi korkmaya başladım umarım yukarı doğru artmaz bu hal dediğim an artmaya başlıyor, düşünmemeliyim!
-Korkaksınız efendim.
Ziya allah aşkına ne korkaklığı yazarım elbette sen de!
-Buyrun yazın da görelim.
Masaya doğru yürümek istiyorum fakat sağ bacağımı hareket ettirmem mümkün değil, yere uzanıyorum. Baskı yapmaya çalışıyorum dizkapağımın altından fakat dokunduğum yeri kesinlikle hissetmiyorum. Korkulacak bir şey değil biliyorsun ki geçecek birazdan diye kendimi avutuyorum. En iyisi derhal uyumak uyandığımda geçmiş olur.


On sekiz yirmi beş gösteriyor saatim. Mektup! Mektubu gönderemedim postane kapanmıştır hay aksi! Sinirlerim alt üst oluyor, berbat bi uyanış oldu. Siyah zarf belimin altında ezilmiş çekmeceden yenisini alıp zarflıyorum mektubumu, ismimi ve adresimi zarfın dışına kırmızı mürekkepli kalemle yazıyorum derken işte sorun, kişinin adresi ve de ismi hakkında hiçbir fikrim yok. Delirmek üzereyim sinirden ne kadar berbat bir gün. Iyi olansa postane yarın sekiz otuzda açılıyor öyleyse düşünmek için yarım günden fazlam var. Buzdolabının hemen yanındaki kapı lavabom, yüzümü yıkamaya giriyorum. Orada ayna yok kurulayıp kapının yanındaki aynama geliyorum, gözlerim şişkin, ovuşturuyorum. Onlar da gözlerini ovuşturuyorlar. Fincanları ve kaşıkları yıkamak şart artık. Sırayla mutfak lavabosuna taşıyorum hepsini. Bu sırada düşünmek mümkün değil kişinin adresini. Önce kaşıkları sonra altlıkları en son da birer birer fincanları yıkıyorum. Beyaz lavabo çay lekesi olacak diye korktuğum için lavaboyu da yıkıyorum bitirdiğimde. Oh yapacak bir işim de kalmadı sonunda. Gömleğimin kolunu çekip saatime bakıyorum yine, on dokuzu geçmiş. Yavaşımdır ben her konuda yazmak hariç her şeyi hıphızlıca düşünmeden ve de vakit kaybetmeden yazabilirim. Ama biraz tehlikeli bir uğraş bu yazmak, bazen kendimi olduğumdan da kötü hissettirebiliyor bana. Es geçmeye, yapacak başka bir uğraşım varsa kesinlikle ona yönelmeye çalışıyorum. Her neyse televizyon satın alsam mı diye düşünüyorum bazen belki başkalarının neler yaptıklarını görmek hoşuma gidebilir; ama çok zahmetli ve uzun bi mesele olduğu için bi kenara bırakıyorum her seferinde. Roman okuyayım en iyisi kitaptan bol bir şey bulamazsınız evimde. Ya da yo şiir okumalıyım diye değiştiriyorum fikrimi. Göğe Bakma Durağı. Sanırım kişinin adresini düşünmekten sakındığım için meşgale buluyordum kendime. Hep böyleyimdir ne zaman bir işe kalkışacak olsam düşüncelerimde boğulur sonra onlardan kaçmak için bin bir türlü başka uğraşa dalarım. Ki biliyorum ki şiir okumak kalkıştığım işten pek daha zorluca bi uğraş ama ikisinin de hakkını vermeli.
Ah geçmeyen zaman ah birbirinin aynından biraz farklı her gün; geçin gidin artık yalvarırım.
Çay koyuyorum. Fincanları kurulamak da ayrı bir mesele. Ne güzel ki avizelerin odaya konuk olmalaırnın vakti gelmiş. Kapının sağındaki düğmeye asılıyorum, hop aşağı. Beyaz masam turuncu turuncu parlıyor şimdi. Ne mükemmel bir avize, saraylara layık. Kollarının ampülleri kavrayacağı yerde kıvrımlı oymalar var çiçek şeklinde, inanır mısınız hayran hayran izlemek geliyor içimden günde pek çok kez.
Fincanımı alıp masama dönüyorum siyah ahşap sandalyeme oturuyorum. Tiyatro gösterilerinin olduğu beş sayfalık programı yerden alıp önüme açıyorum. Neler var bu ay şehirde! Her zamanki gibi yine bir Shakespeare hep olur, her yerde. Geyik diye bir oyun var, müthiş merak ediyorum. Dört kez gösteirilecek hepi topu yani başarabilme şansım pek düşük. Ama ayın son günleri, ki henüz başındayız iyi düşünmeye koyulursam planlayabilirdim her şeyi. Ama önce şu adres meselesini halletmek gerekiyor! Yahu nasıl bulacğım ben kişinin adresini. Hiç değilse soy ismine sahip olsaydım! Ne kalleş adam nasıl kaçırıyor bütün keyfimi! Çayımdan bir yuduma zorluyorum yine kendimi. Evleri izliyorum, ne kadar güzel ahşaptan destekleri.
Kapıya dönüyorum, yine beni hüzne boğuyor iç çekiyorum. Küçük kız da benimle iç çekiyor. Gülümsüyorum çok erken senin için iç çekmeler, görmeyeyim bir daha diyorum.
-Uykum geldi.
Pekala seni yatıralım Bayan Zet'le.
-A a niye benleymiş, Bayan Seli ne güne burada.
-Dert etmeyin Raifcim gayet yatırırız beraber, huysuz hanımla hiç tartışmayın bile.
-Sizsiniz efendim huysuz.
Ah yeter hiç hoşlanmıyorum bu hallerinizden sadece bana değil hepimize baş ağrısı veriyorsunuz.
Bayan Seli küçük kızı da alıp hışımla üst kattaki odama çıkıyor, programıma göz atmaya dönüyorum ben de. Saatime bakıyorum dokuza yaklaşmış, geri indiriyorum gömleğimin kolunu. Onlar da indiriyorlar.
Küçük kız bu akşam da benim odamda yattığına göre yine kanepede yatmam gerekecekti usanmıştım biraz fakat yapılacak bir şey de yoktu. Çayımı yokladım, soğuk. Aldığım yuduma pişman oldum. Keşke sigara içseydim zaman daha hızlı geçerdi. Içseydim ya? Gidip bir paket mi alsaydım ama yağmur yağıyor. E ama ne olacak ki yağabilir pekala? Yo hayır yağmurun yağmadığı bi günde sigara almaya gidebilirim elbette. O halde haklıydım. Ah işte işte buldum yemek yemek! Bugün bunu unutmuş olacaktım! Hemen buzdolabına koştum jambonla peyniri servis ettim kendime; ekmek yoktu ne yazık ki ama bunlar da böylece gayet iyiydi ve de yeni bir çay yapmak lazım hemen. Oh işte şimdi keyfime diyecek yoktu. O kadar keyifliydim ki kedi almaya kesin karar verdim bu kez. Peynirimi jambonumun arasına koyup ağzıma attım üzerine de bir yudum çay, nefis. Şişman ve güzel bir kedi almalıyım. Huysuz da olsun ki beni uğraştırsın, yelkovanı ilerletmeme yardımcı olsun. Evet kesin kesinlikle. Yarın ilk iş postane ardından da bir barınak ve işte gelsin huysuz kedim! Hepsi yarın ne güzel olacak yarın ama önce düşünmeli uzun uzun düşünmeli...




monsieur2

8.03.2016




Türkiye'de kadınlar gününü kutlamak neden asla anlamlı olmayacak?


sekiz mart

Bu yazının amacı pek çok yanılsanmış davranışlardan olan erkeklerin kadınların toplumdaki yerlerinin bizzat celladı olduğunu defalarca tekrar etmekten çok uzak, aksine biz kadınların da gözlerimizi açmamızı, salon karanlıksa feneri kapıp koltuğumuzu kendimiz bulmalıyızı işaret etmektir. Yani sorumluluğun hem kadınlarda hem erkeklerde olduğudur.
Nitekim onca şiddet onca zorbalık bambaşka bi noktadır, o canilerin yeri çok çok uzakta ve dışarıdadır.


-Bugün uyandığımız andan itibaren en az 200 kadın sadece İstanbul'da sözlü ya da fiziksel tacize uğramıştır.
-Kadınların mini ya da dekolte kıyafetleri ilk kez sirkte aslan görmüş beş yaşındaki bir çocuğun heyecanı gibi ilgi çekmediğinde erkekler (ya da kendilerine saygı duymak için hiç zaman bulamamış kadınlar) tarafından, belki kutlamak isteriz.
-Ülkenin en yetkin okullarından mezun, kariyer sahibi bilinçli kadınlar dahi evlenir evlenmez içlerindeki çamaşır odasına gömülme arzusunu yenebildiklerinde kutlayacağız.
-Yönetici koltuklarında kadınların görülmesi şaşkınlık yaratmadığında bu gün anlamını koruyabilecek.
-PMS'in bile kabul görmediği, dalga geçildiği bir toplumdayız uyanalım, ki biz yetişkin kadınlarız gelişme çağındaki ergenlikteki kızlarımızın bu gibi terazide dengesini sağlayamamış konularda ne kadar zorluk çektiklerini tahmin edelim.
-2015'te Gaziosmanpaşa-Taksim güzergahında görev alan İstanbul'un ilk kadın İETT şoförü kırklı yıllar gibi haberlere konu olacak kadar sansasyonel karşılanmasaydı belki gün anlamı yitirmezdi.
-Hala cinsiyetini henüz bilmezken hamile eşlerinin karınlarına 'aslan oğlum' diye sarılan müstakbel babalar oldukça bu iş biraz zor görünüyor.
-Sanırım öfkemin en büyük sahipleri kendilerini ikinci sınıf vatandaş görmeye pek meraklı olup hak ve özgürlüklerini elleriyle itmiş olmaları yetmezmiş gibi kendi hemcinslerine psikolojik baskı kurmaya çalışan cahil mahluklar.
-'Düzgün otur' , 'Eteğini çeker misin', 'Bacaklarını kapat, al paltom' lar bitmedikçe bu günde huzur yok.
-Daha dün faillerinin insanlıklarını sorgulaya sorgulaya Cizre'deki iç çamaşırı sergilerini okuduk, öyleyse bugün?
-Reklamların vazgeçilmezi kadının cinselliğinin kullanılması, bildiğiniz elma masa kase lamba ne zaman bitecek bu?

Asla son bulmayacak bir listedir saatlerce yazılabilir iş yerindeki, evdeki, otobüsteki, okuldaki velhasıl hayatın her bir köşesindeki yönetilmiş algılı tabular yahut örnek odaklı küçüklü büyüklü olaylar.
Bir mesaj içerse ya her yazının doğrultusunda gizlediği gibi, öyleyse açık ve net:
Rahat bırakılmak, karşı cinslerimiz ve hemcinslerimiz tarafından.



monsieur2



19.01.2016

Kadınsı sorunlar


-Ne demek istiyorsun? Seni seviyorum!
-Bu gece için fazlasıyla saçmaladığını düşünüyorum.
-Elbette kabul edilemez bu söylediğin. Terk ediyorum bu yeri hem de bu gece, şuan!
-İzin vermiyorum tabii ki gidemezsin.
-Ah giderim hem de Porsche'u da alıyorum!
-Olmayacak böyle bi şey.
-Sence bana engel olabilmen mümkün mü?
-Lütfen kes artık saçmalamayı.
-Hakikaten kim olduğumu hep unutuyosun.
Silahını çıkarır. Adama doğrultur.
-Tabii ki de beni vurmayacaksın!
-Tabii ki de seni vuracağım! Benim işim bu, insanları öldürmek! Neden diğerlerinden farklı olacağını düşündün ki benim için? Seni sevdiğimi söylüyorum hep, sana taptığımı değil. Hiçbir şeye tapmam, kendime bile!
Silahı kendi kafasına çevirir.
-İndir şunu.
-Neden? Burada hemen şuan kendimi dahi vurabilirim, bunun bile önemi yok. O yüzden hemen ver şu anahtarları!
Silahı tekrar adama çevirir.
-Sevgilim ama hep unuttuğun şey ve yine unutuyorsun…. Benim de seni sevdiğimi.
Silahını çıkarır, kendi kafasına doğrultur.
-Kaç tane silahımız var bu evde!
-Beni terk edersen tetiği çekerim.
-Yeter çok sıkıldım kesmedik mi hala? Sigara içmem lazım.
Havaya iki el ateş eder, setteki ekipten bir anda çığlıklar gelir herkes yere atar kendini. Tavanda iki koca delik vardır. Yönetmen şok içinde oyuncularına koşar.
-Nasıl dolu silah verirsiniz bize delirdiniz mi siz! diye bağırır adam.
-Ama nasıl olur yoktu içlerinde kurşun mümkün değil böyle bi şey!
Kadın kahkaha atar.
-Ciddi değildim şaka yapıyordum sakin olun, ben doldurdum içini.


monsieur2

18.01.2016



Trenler çaydanklıklar ve havaalanları -2-


Light me up a cigarette.
Pilotla göz göze geldim lütfen kontrolü kaybet dedim.
Gittiğim en küçük havaalanını seçmek
Ne güzel bi havaalanı çok sahte
I don't believe in you.
Trende bir adamın gözü vardı, gerçekten. Hakiki bir göz. O halde o sahiden görebiliyor mu?
Yine en son ne zaman gülümsediğini anımsamakla uğraşmak
Annene kurabiyelerin hepsini yiyeceğine yemin eder gibi
'Gülümseyeceğim'
Dürüst olma dakikalarının hepsi küssün
Ve buna emin olduktan hemen sonra
Güzel miydi seks?
I'm not yours anymoooore.
Kadınlar kadın olmayı çok sever

Çaydanlık meselesi çok uzun.

monsieur2

15.01.2016

ithaf

bembeyaz gecede,
körebe ne de iyi oyundur.

sen anlatmıştın,
hata bellediğimiz her yeşil günün hatrına
arama beni demişti yüzün.

buldum.

7.01.2016



Bahaneler aradığını hissettiğin anda onun, varlığı en sağlam sonuçlara gebelik yaratabilecek en can alıcı bahaneyi sunmalısın ona ki görebil senin hangi uykularını kaçıracak o kabusların doğabileceğini. Korkusundan yaşlanmaktansa tüm kaygılarının, derin bir nefesle atla içine ki tıpkı herhangi bir gün gibi bir başka gün açabil yine gözlerini güvenle doğaüstü o ada(m/n)ın sahilinde.

gece