16.03.2016



BAY RAİF


Oda. Çay koyuyorum, herkes çay koyuyor. Odada soğuk kalan kısım hep parke sanki sadece yere yaklaştıkça üşünür oysa duvarlar sımsıcak, başka bi evin sevgisinden. Saate bakıyorum henüz on bir, gündüz saatlerinde ne yapılır hiç bilmem; benimle beraber onlar da saatlerine bakıyorlar ve ne yapılacağını bilmiyorlar. Elimdeki fincanı masanın üzerine bırakıyorum aynaya doğru yürüyorum onlar da. Çizgiler arıyorum yüzümde bir tane bile yok deliriyorum, bu nasıl tecrübesizlik. Tavandan inen avize altın renginde, dört farklı sarkıntısının her birinde eflatun camla kaplı dörder ampul; hava akşama yüz tutsa da yaksam diye iç geçiriyorum. Gözlerimiz eflatuni altından avizede, hepimizin. Sandalyeme dönüyorum çayımı kucağıma alıyorum iki elimle fincan altlığını tutuyorum, hiç içesim yok, saate tekrar bakıyorum. Belki biri uğrar odama diye kapıya dönüyorum, kulpunu izliyorum hareket edecek mi diye bekliyorum ama oysa ki biri gelse kapıyı çalardı önce, kapının çalınacağı yere baksam ya diyorum. Kapıyı süzüyorum boydan aşağı ortalama boydaki birinin yumruk yapacağı elinin nereye denk gelebileceğini kestirmeye çalışıyorum, ardından hepimizin göz bebekleri kapının ortalarında bir alanda aşağı yukarı hareket ediyor. Boynum yoruluyor tekrar kucağımdaki fincana dönüyorum bir yudum almaya zorluyorum kendimi, henüz soğumamış. Beyaz ahşaptan masamın hemen önünde pencerem var o da beyaz o da ahşaptan, bu yüzden soğuk heralde odam. Ne sokak görünüyor ne gökyüzü. Karşıdaki tipik Alsace binaları sadece. Eski beton, kalın kahverengi ahşap destekler ve pencereler; çatıları kiremitten, daha açık bi kahverengi destekliklere göre, tuğla rengine yakın. Telefonum çalıyor başta inanamıyorum. Hepimiz aynı anda telefona dönüyoruz. Sıfır dokuzla başlıyor numara öyleyse bir evden yapılıyor arama. Ne yapacağımı düşünmeye dalmışken arama kesiliyor. Hiçbirimiz cevaplamadık. Geri aramak istiyorum galiba ama ne diyeceğimi kestiremiyorum. Yanlış numaradır büyük ihtimalle, altılardan biri kazayla dokuz tuşlanmıştır. Fincanımı masaya bırakmaya yelteniyorum fakat hiç yer yok. Kitaplar, kesilmiş gazete küpürleri, başka günlerden içilmemiş fincanlar, gözlüklerim, tren garından topladığım opera ve tiyatro programları... Ah buzdolabı! Açık unutmuşum hissettiğim soğuk ondan olmalı. Elimde fincanımla ayağa kalkıyorum kapatmak için. Hepimiz aynı anda uzatıyoruz ellerimizi kapağına, buyrun siz kapatın der gibi geri çekilip müsade ediyorum kapatmıyorlar, uzanıp ben kapatıyorum yine. Tekrardan aynaya yürüyorum masamın tam arka çaprazında kapıdan tarafa değil, kapı arkaya göre düşünecek olursak sol çaprazda kalıyor. Sağ çaprazda kanepem var, iki kişilik siyah kadife kumaştan. Çok rahattır. Aynadan tuttuğum fincanın desenini inceliyorum; beyaz porselen üzerinde pembe güller ne kadar klişeyim! Aylar önce doğu istasyonunun arka sokağında kurulan pazardan almıştım; altı adet. Diğer beşi de masanın üstündeler. O halde bugün yıkamak gerekecekti hepsini hatta kaşık da yıkayabilirdim iki tane kaldı sanırım. Çaydan bi yudum alıyorum, sıcak değil. Sanırım anneannemin fincanları da gül desenliydi emin olamıyordum çok eski düşünmek için. Saate bakıyorum on biri geçeli biraz olmuş eyvahlar olsun. Parka mı gitseydim ya acaba? Gazete okurdum belki çimlerde, ya biri bana çimlerde neden gazete okuduğumu sorarsa? Sesli sormuş olacağım ki Bayan Zet cevap verdi:
-Çimlerde gazete okumaktan keyif aldığınızı söylersiniz siz de onlara.
İyi ama ya bunun bi mahsuru varsa, o halde ben ne yaparım yok hayır mümkünü yok tartışmayalım bile bu konuyu. Soğumuş çayımla dolu fincanımı masamdaki tramvay biletlerinin üzerine bırakıp, kaloriferin yanındaki çekmeceden kağıt çıkarıyorum yerden pilot kalemi kapıp sandalyeme geri oturuyorum. Afişleri toparlayıp bir araya getirip parkeye bırakıyorum ki masamda yer açılsın böylece kağıdımı sığrdırabileyim.

Sayın Çimlerde Gazete Okumamla İlgili İthamda Bulunan Kişi,

Sizi hayalkırıklığına uğrattıysam en içten üzüntülerimle özür dilemek isterim öyle ki bu öğle vaktini bir başkasının kederiyle değerlendirmek gibi bir maksada kesinlikle sahip değildim. Ayriyetten sizden dilediğim özrün karşılığında benim de bir beklentim olacağını elbette tahmin edersiniz, sanmayın ki durumun kıstaslarının yahut size sunduğum özrün ederinden çok yüksek bir bedelde bir beklenti bu, aksine bu ikisinden de pek daha mütavazi bir beklenti olduğuna temin ederim sizi: Rica ederim bir dahaki sefere benimle bu husasta iletişime geçmeyiniz, düşüncesi bile odamdan çıkmama mani oluyor.

En derin saygılarımla

Bay Raif Köhley


Uygun mu diye birkaç kez okuyup teyit ediyorum emin olduktan sonra pilot kalemimi kapatıp kaloriferin yanındaki çekmeceye geri dönüp bu kez zarf aramaya koyuluyorum. Beyaz olmaz siyah olmalı diye düşünüyorum ki durumun ciddiyeti şüphe getirmesin, ya kara haber sanıp endişelendirmiş bulunursam kişiyi ama hayır bu kadarı da benim alakam dahilinde olamaz, ki özrümü bile dilemişken hayır hayır bu kadar yufka yürekli olamam o zaman herkes üzerime gelir nitekim geliyorlar da! Siyah zarf konusundaki ciddiyetimde taviz vermemeliyim! Heyecandan olacak bağırmışım Ziya beni onaylıyor:
-Yerinizde olsam daha da sert bir üslupla yazardım mektubu.
Nasıl yani diye soruyorum, ayaklarım uyuşuyor canım sıkılıyor.
-Bildiğiniz daha sert işte canım!
Evet evet haklısınız ama ya çok sert olursa? Ayaklarım fena haldeydi korkmaya başladım umarım yukarı doğru artmaz bu hal dediğim an artmaya başlıyor, düşünmemeliyim!
-Korkaksınız efendim.
Ziya allah aşkına ne korkaklığı yazarım elbette sen de!
-Buyrun yazın da görelim.
Masaya doğru yürümek istiyorum fakat sağ bacağımı hareket ettirmem mümkün değil, yere uzanıyorum. Baskı yapmaya çalışıyorum dizkapağımın altından fakat dokunduğum yeri kesinlikle hissetmiyorum. Korkulacak bir şey değil biliyorsun ki geçecek birazdan diye kendimi avutuyorum. En iyisi derhal uyumak uyandığımda geçmiş olur.


On sekiz yirmi beş gösteriyor saatim. Mektup! Mektubu gönderemedim postane kapanmıştır hay aksi! Sinirlerim alt üst oluyor, berbat bi uyanış oldu. Siyah zarf belimin altında ezilmiş çekmeceden yenisini alıp zarflıyorum mektubumu, ismimi ve adresimi zarfın dışına kırmızı mürekkepli kalemle yazıyorum derken işte sorun, kişinin adresi ve de ismi hakkında hiçbir fikrim yok. Delirmek üzereyim sinirden ne kadar berbat bir gün. Iyi olansa postane yarın sekiz otuzda açılıyor öyleyse düşünmek için yarım günden fazlam var. Buzdolabının hemen yanındaki kapı lavabom, yüzümü yıkamaya giriyorum. Orada ayna yok kurulayıp kapının yanındaki aynama geliyorum, gözlerim şişkin, ovuşturuyorum. Onlar da gözlerini ovuşturuyorlar. Fincanları ve kaşıkları yıkamak şart artık. Sırayla mutfak lavabosuna taşıyorum hepsini. Bu sırada düşünmek mümkün değil kişinin adresini. Önce kaşıkları sonra altlıkları en son da birer birer fincanları yıkıyorum. Beyaz lavabo çay lekesi olacak diye korktuğum için lavaboyu da yıkıyorum bitirdiğimde. Oh yapacak bir işim de kalmadı sonunda. Gömleğimin kolunu çekip saatime bakıyorum yine, on dokuzu geçmiş. Yavaşımdır ben her konuda yazmak hariç her şeyi hıphızlıca düşünmeden ve de vakit kaybetmeden yazabilirim. Ama biraz tehlikeli bir uğraş bu yazmak, bazen kendimi olduğumdan da kötü hissettirebiliyor bana. Es geçmeye, yapacak başka bir uğraşım varsa kesinlikle ona yönelmeye çalışıyorum. Her neyse televizyon satın alsam mı diye düşünüyorum bazen belki başkalarının neler yaptıklarını görmek hoşuma gidebilir; ama çok zahmetli ve uzun bi mesele olduğu için bi kenara bırakıyorum her seferinde. Roman okuyayım en iyisi kitaptan bol bir şey bulamazsınız evimde. Ya da yo şiir okumalıyım diye değiştiriyorum fikrimi. Göğe Bakma Durağı. Sanırım kişinin adresini düşünmekten sakındığım için meşgale buluyordum kendime. Hep böyleyimdir ne zaman bir işe kalkışacak olsam düşüncelerimde boğulur sonra onlardan kaçmak için bin bir türlü başka uğraşa dalarım. Ki biliyorum ki şiir okumak kalkıştığım işten pek daha zorluca bi uğraş ama ikisinin de hakkını vermeli.
Ah geçmeyen zaman ah birbirinin aynından biraz farklı her gün; geçin gidin artık yalvarırım.
Çay koyuyorum. Fincanları kurulamak da ayrı bir mesele. Ne güzel ki avizelerin odaya konuk olmalaırnın vakti gelmiş. Kapının sağındaki düğmeye asılıyorum, hop aşağı. Beyaz masam turuncu turuncu parlıyor şimdi. Ne mükemmel bir avize, saraylara layık. Kollarının ampülleri kavrayacağı yerde kıvrımlı oymalar var çiçek şeklinde, inanır mısınız hayran hayran izlemek geliyor içimden günde pek çok kez.
Fincanımı alıp masama dönüyorum siyah ahşap sandalyeme oturuyorum. Tiyatro gösterilerinin olduğu beş sayfalık programı yerden alıp önüme açıyorum. Neler var bu ay şehirde! Her zamanki gibi yine bir Shakespeare hep olur, her yerde. Geyik diye bir oyun var, müthiş merak ediyorum. Dört kez gösteirilecek hepi topu yani başarabilme şansım pek düşük. Ama ayın son günleri, ki henüz başındayız iyi düşünmeye koyulursam planlayabilirdim her şeyi. Ama önce şu adres meselesini halletmek gerekiyor! Yahu nasıl bulacğım ben kişinin adresini. Hiç değilse soy ismine sahip olsaydım! Ne kalleş adam nasıl kaçırıyor bütün keyfimi! Çayımdan bir yuduma zorluyorum yine kendimi. Evleri izliyorum, ne kadar güzel ahşaptan destekleri.
Kapıya dönüyorum, yine beni hüzne boğuyor iç çekiyorum. Küçük kız da benimle iç çekiyor. Gülümsüyorum çok erken senin için iç çekmeler, görmeyeyim bir daha diyorum.
-Uykum geldi.
Pekala seni yatıralım Bayan Zet'le.
-A a niye benleymiş, Bayan Seli ne güne burada.
-Dert etmeyin Raifcim gayet yatırırız beraber, huysuz hanımla hiç tartışmayın bile.
-Sizsiniz efendim huysuz.
Ah yeter hiç hoşlanmıyorum bu hallerinizden sadece bana değil hepimize baş ağrısı veriyorsunuz.
Bayan Seli küçük kızı da alıp hışımla üst kattaki odama çıkıyor, programıma göz atmaya dönüyorum ben de. Saatime bakıyorum dokuza yaklaşmış, geri indiriyorum gömleğimin kolunu. Onlar da indiriyorlar.
Küçük kız bu akşam da benim odamda yattığına göre yine kanepede yatmam gerekecekti usanmıştım biraz fakat yapılacak bir şey de yoktu. Çayımı yokladım, soğuk. Aldığım yuduma pişman oldum. Keşke sigara içseydim zaman daha hızlı geçerdi. Içseydim ya? Gidip bir paket mi alsaydım ama yağmur yağıyor. E ama ne olacak ki yağabilir pekala? Yo hayır yağmurun yağmadığı bi günde sigara almaya gidebilirim elbette. O halde haklıydım. Ah işte işte buldum yemek yemek! Bugün bunu unutmuş olacaktım! Hemen buzdolabına koştum jambonla peyniri servis ettim kendime; ekmek yoktu ne yazık ki ama bunlar da böylece gayet iyiydi ve de yeni bir çay yapmak lazım hemen. Oh işte şimdi keyfime diyecek yoktu. O kadar keyifliydim ki kedi almaya kesin karar verdim bu kez. Peynirimi jambonumun arasına koyup ağzıma attım üzerine de bir yudum çay, nefis. Şişman ve güzel bir kedi almalıyım. Huysuz da olsun ki beni uğraştırsın, yelkovanı ilerletmeme yardımcı olsun. Evet kesin kesinlikle. Yarın ilk iş postane ardından da bir barınak ve işte gelsin huysuz kedim! Hepsi yarın ne güzel olacak yarın ama önce düşünmeli uzun uzun düşünmeli...




monsieur2

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder