BAY RAİF
Oda. Çay koyuyorum, herkes çay
koyuyor. Odada soğuk kalan kısım hep parke sanki sadece yere
yaklaştıkça üşünür oysa duvarlar sımsıcak, başka bi evin
sevgisinden. Saate bakıyorum henüz on bir, gündüz saatlerinde ne
yapılır hiç bilmem; benimle beraber onlar da saatlerine bakıyorlar
ve ne yapılacağını bilmiyorlar. Elimdeki fincanı masanın
üzerine bırakıyorum aynaya doğru yürüyorum onlar da. Çizgiler
arıyorum yüzümde bir tane bile yok deliriyorum, bu nasıl
tecrübesizlik. Tavandan inen avize altın renginde, dört farklı
sarkıntısının her birinde eflatun camla kaplı dörder ampul;
hava akşama yüz tutsa da yaksam diye iç geçiriyorum. Gözlerimiz
eflatuni altından avizede, hepimizin. Sandalyeme dönüyorum çayımı
kucağıma alıyorum iki elimle fincan altlığını tutuyorum, hiç
içesim yok, saate tekrar bakıyorum. Belki biri uğrar odama diye
kapıya dönüyorum, kulpunu izliyorum hareket edecek mi diye
bekliyorum ama oysa ki biri gelse kapıyı çalardı önce, kapının
çalınacağı yere baksam ya diyorum. Kapıyı süzüyorum boydan
aşağı ortalama boydaki birinin yumruk yapacağı elinin nereye
denk gelebileceğini kestirmeye çalışıyorum, ardından hepimizin
göz bebekleri kapının ortalarında bir alanda aşağı yukarı
hareket ediyor. Boynum yoruluyor tekrar kucağımdaki fincana
dönüyorum bir yudum almaya zorluyorum kendimi, henüz soğumamış.
Beyaz ahşaptan masamın hemen önünde pencerem var o da beyaz o da
ahşaptan, bu yüzden soğuk heralde odam. Ne sokak görünüyor ne
gökyüzü. Karşıdaki tipik Alsace binaları sadece. Eski beton,
kalın kahverengi ahşap destekler ve pencereler; çatıları
kiremitten, daha açık bi kahverengi destekliklere göre, tuğla
rengine yakın. Telefonum çalıyor başta inanamıyorum. Hepimiz
aynı anda telefona dönüyoruz. Sıfır dokuzla başlıyor numara
öyleyse bir evden yapılıyor arama. Ne yapacağımı düşünmeye
dalmışken arama kesiliyor. Hiçbirimiz cevaplamadık. Geri aramak
istiyorum galiba ama ne diyeceğimi kestiremiyorum. Yanlış
numaradır büyük ihtimalle, altılardan biri kazayla dokuz
tuşlanmıştır. Fincanımı masaya bırakmaya yelteniyorum fakat
hiç yer yok. Kitaplar, kesilmiş gazete küpürleri, başka
günlerden içilmemiş fincanlar, gözlüklerim, tren garından
topladığım opera ve tiyatro programları... Ah buzdolabı! Açık
unutmuşum hissettiğim soğuk ondan olmalı. Elimde fincanımla
ayağa kalkıyorum kapatmak için. Hepimiz aynı anda uzatıyoruz
ellerimizi kapağına, buyrun siz kapatın der gibi geri çekilip
müsade ediyorum kapatmıyorlar, uzanıp ben kapatıyorum yine.
Tekrardan aynaya yürüyorum masamın tam arka çaprazında kapıdan
tarafa değil, kapı arkaya göre düşünecek olursak sol çaprazda
kalıyor. Sağ çaprazda kanepem var, iki kişilik siyah kadife
kumaştan. Çok rahattır. Aynadan tuttuğum fincanın desenini
inceliyorum; beyaz porselen üzerinde pembe güller ne kadar
klişeyim! Aylar önce doğu istasyonunun arka sokağında kurulan
pazardan almıştım; altı adet. Diğer beşi de masanın
üstündeler. O halde bugün yıkamak gerekecekti hepsini hatta kaşık
da yıkayabilirdim iki tane kaldı sanırım. Çaydan bi yudum
alıyorum, sıcak değil. Sanırım anneannemin fincanları da gül
desenliydi emin olamıyordum çok eski düşünmek için. Saate
bakıyorum on biri geçeli biraz olmuş eyvahlar olsun. Parka mı
gitseydim ya acaba? Gazete okurdum belki çimlerde, ya biri bana
çimlerde neden gazete okuduğumu sorarsa? Sesli sormuş olacağım
ki Bayan Zet cevap verdi:
-Çimlerde gazete okumaktan keyif
aldığınızı söylersiniz siz de onlara.
İyi ama ya bunun bi mahsuru varsa, o
halde ben ne yaparım yok hayır mümkünü yok tartışmayalım bile
bu konuyu. Soğumuş çayımla dolu fincanımı masamdaki tramvay
biletlerinin üzerine bırakıp, kaloriferin yanındaki çekmeceden
kağıt çıkarıyorum yerden pilot kalemi kapıp sandalyeme geri
oturuyorum. Afişleri toparlayıp bir araya getirip parkeye
bırakıyorum ki masamda yer açılsın böylece kağıdımı
sığrdırabileyim.
Sayın Çimlerde Gazete Okumamla
İlgili İthamda Bulunan Kişi,
Sizi hayalkırıklığına
uğrattıysam en içten üzüntülerimle özür dilemek isterim öyle
ki bu öğle vaktini bir başkasının kederiyle değerlendirmek gibi
bir maksada kesinlikle sahip değildim. Ayriyetten sizden dilediğim
özrün karşılığında benim de bir beklentim olacağını elbette
tahmin edersiniz, sanmayın ki durumun kıstaslarının yahut size
sunduğum özrün ederinden çok yüksek bir bedelde bir beklenti bu,
aksine bu ikisinden de pek daha mütavazi bir beklenti olduğuna
temin ederim sizi: Rica ederim bir dahaki sefere benimle bu husasta
iletişime geçmeyiniz, düşüncesi bile odamdan çıkmama mani
oluyor.
En derin saygılarımla
Bay Raif Köhley
Uygun mu diye birkaç kez okuyup teyit
ediyorum emin olduktan sonra pilot kalemimi kapatıp kaloriferin
yanındaki çekmeceye geri dönüp bu kez zarf aramaya koyuluyorum.
Beyaz olmaz siyah olmalı diye düşünüyorum ki durumun ciddiyeti
şüphe getirmesin, ya kara haber sanıp endişelendirmiş bulunursam
kişiyi ama hayır bu kadarı da benim alakam dahilinde olamaz, ki
özrümü bile dilemişken hayır hayır bu kadar yufka yürekli
olamam o zaman herkes üzerime gelir nitekim geliyorlar da! Siyah
zarf konusundaki ciddiyetimde taviz vermemeliyim! Heyecandan olacak
bağırmışım Ziya beni onaylıyor:
-Yerinizde olsam daha da sert bir
üslupla yazardım mektubu.
Nasıl yani diye soruyorum, ayaklarım
uyuşuyor canım sıkılıyor.
-Bildiğiniz daha sert işte canım!
Evet evet haklısınız ama ya çok
sert olursa? Ayaklarım fena haldeydi korkmaya başladım umarım
yukarı doğru artmaz bu hal dediğim an artmaya başlıyor,
düşünmemeliyim!
-Korkaksınız efendim.
Ziya allah aşkına ne korkaklığı
yazarım elbette sen de!
-Buyrun yazın da görelim.
Masaya doğru yürümek istiyorum fakat
sağ bacağımı hareket ettirmem mümkün değil, yere uzanıyorum.
Baskı yapmaya çalışıyorum dizkapağımın altından fakat
dokunduğum yeri kesinlikle hissetmiyorum. Korkulacak bir şey değil
biliyorsun ki geçecek birazdan diye kendimi avutuyorum. En iyisi
derhal uyumak uyandığımda geçmiş olur.
On sekiz yirmi beş gösteriyor saatim.
Mektup! Mektubu gönderemedim postane kapanmıştır hay aksi!
Sinirlerim alt üst oluyor, berbat bi uyanış oldu. Siyah zarf
belimin altında ezilmiş çekmeceden yenisini alıp zarflıyorum
mektubumu, ismimi ve adresimi zarfın dışına kırmızı mürekkepli
kalemle yazıyorum derken işte sorun, kişinin adresi ve de ismi
hakkında hiçbir fikrim yok. Delirmek üzereyim sinirden ne kadar
berbat bir gün. Iyi olansa postane yarın sekiz otuzda açılıyor
öyleyse düşünmek için yarım günden fazlam var. Buzdolabının
hemen yanındaki kapı lavabom, yüzümü yıkamaya giriyorum. Orada
ayna yok kurulayıp kapının yanındaki aynama geliyorum, gözlerim
şişkin, ovuşturuyorum. Onlar da gözlerini ovuşturuyorlar.
Fincanları ve kaşıkları yıkamak şart artık. Sırayla mutfak
lavabosuna taşıyorum hepsini. Bu sırada düşünmek mümkün değil
kişinin adresini. Önce kaşıkları sonra altlıkları en son da
birer birer fincanları yıkıyorum. Beyaz lavabo çay lekesi olacak
diye korktuğum için lavaboyu da yıkıyorum bitirdiğimde. Oh
yapacak bir işim de kalmadı sonunda. Gömleğimin kolunu çekip
saatime bakıyorum yine, on dokuzu geçmiş. Yavaşımdır ben her
konuda yazmak hariç her şeyi hıphızlıca düşünmeden ve de
vakit kaybetmeden yazabilirim. Ama biraz tehlikeli bir uğraş bu
yazmak, bazen kendimi olduğumdan da kötü hissettirebiliyor bana.
Es geçmeye, yapacak başka bir uğraşım varsa kesinlikle ona
yönelmeye çalışıyorum. Her neyse televizyon satın alsam mı
diye düşünüyorum bazen belki başkalarının neler yaptıklarını
görmek hoşuma gidebilir; ama çok zahmetli ve uzun bi mesele olduğu
için bi kenara bırakıyorum her seferinde. Roman okuyayım en iyisi
kitaptan bol bir şey bulamazsınız evimde. Ya da yo şiir
okumalıyım diye değiştiriyorum fikrimi. Göğe Bakma Durağı.
Sanırım kişinin adresini düşünmekten sakındığım için
meşgale buluyordum kendime. Hep böyleyimdir ne zaman bir işe
kalkışacak olsam düşüncelerimde boğulur sonra onlardan kaçmak
için bin bir türlü başka uğraşa dalarım. Ki biliyorum ki şiir
okumak kalkıştığım işten pek daha zorluca bi uğraş ama
ikisinin de hakkını vermeli.
Ah geçmeyen zaman ah birbirinin
aynından biraz farklı her gün; geçin gidin artık yalvarırım.
Çay koyuyorum. Fincanları kurulamak
da ayrı bir mesele. Ne güzel ki avizelerin odaya konuk olmalaırnın
vakti gelmiş. Kapının sağındaki düğmeye asılıyorum, hop
aşağı. Beyaz masam turuncu turuncu parlıyor şimdi. Ne mükemmel
bir avize, saraylara layık. Kollarının ampülleri kavrayacağı
yerde kıvrımlı oymalar var çiçek şeklinde, inanır mısınız
hayran hayran izlemek geliyor içimden günde pek çok kez.
Fincanımı alıp masama dönüyorum
siyah ahşap sandalyeme oturuyorum. Tiyatro gösterilerinin olduğu
beş sayfalık programı yerden alıp önüme açıyorum. Neler var
bu ay şehirde! Her zamanki gibi yine bir Shakespeare hep olur, her
yerde. Geyik diye bir oyun var, müthiş merak ediyorum. Dört kez
gösteirilecek hepi topu yani başarabilme şansım pek düşük. Ama
ayın son günleri, ki henüz başındayız iyi düşünmeye
koyulursam planlayabilirdim her şeyi. Ama önce şu adres meselesini
halletmek gerekiyor! Yahu nasıl bulacğım ben kişinin adresini.
Hiç değilse soy ismine sahip olsaydım! Ne kalleş adam nasıl
kaçırıyor bütün keyfimi! Çayımdan bir yuduma zorluyorum yine
kendimi. Evleri izliyorum, ne kadar güzel ahşaptan destekleri.
Kapıya dönüyorum, yine beni hüzne
boğuyor iç çekiyorum. Küçük kız da benimle iç çekiyor.
Gülümsüyorum çok erken senin için iç çekmeler, görmeyeyim bir
daha diyorum.
-Uykum geldi.
Pekala seni yatıralım Bayan Zet'le.
-A a niye benleymiş, Bayan Seli ne
güne burada.
-Dert etmeyin Raifcim gayet yatırırız
beraber, huysuz hanımla hiç tartışmayın bile.
-Sizsiniz efendim huysuz.
Ah yeter hiç hoşlanmıyorum bu
hallerinizden sadece bana değil hepimize baş ağrısı
veriyorsunuz.
Bayan Seli küçük kızı da alıp
hışımla üst kattaki odama çıkıyor, programıma göz atmaya
dönüyorum ben de. Saatime bakıyorum dokuza yaklaşmış, geri
indiriyorum gömleğimin kolunu. Onlar da indiriyorlar.
Küçük kız bu akşam da benim odamda
yattığına göre yine kanepede yatmam gerekecekti usanmıştım
biraz fakat yapılacak bir şey de yoktu. Çayımı yokladım, soğuk.
Aldığım yuduma pişman oldum. Keşke sigara içseydim zaman daha
hızlı geçerdi. Içseydim ya? Gidip bir paket mi alsaydım ama
yağmur yağıyor. E ama ne olacak ki yağabilir pekala? Yo hayır
yağmurun yağmadığı bi günde sigara almaya gidebilirim elbette.
O halde haklıydım. Ah işte işte buldum yemek yemek! Bugün bunu
unutmuş olacaktım! Hemen buzdolabına koştum jambonla peyniri
servis ettim kendime; ekmek yoktu ne yazık ki ama bunlar da böylece
gayet iyiydi ve de yeni bir çay yapmak lazım hemen. Oh işte şimdi
keyfime diyecek yoktu. O kadar keyifliydim ki kedi almaya kesin karar
verdim bu kez. Peynirimi jambonumun arasına koyup ağzıma attım
üzerine de bir yudum çay, nefis. Şişman ve güzel bir kedi
almalıyım. Huysuz da olsun ki beni uğraştırsın, yelkovanı
ilerletmeme yardımcı olsun. Evet kesin kesinlikle. Yarın ilk iş
postane ardından da bir barınak ve işte gelsin huysuz kedim! Hepsi
yarın ne güzel olacak yarın ama önce düşünmeli uzun uzun
düşünmeli...
monsieur2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder