12.07.2018

Yol

Süratle giden bir aracın içinde bulunmak istiyor. Araç, yol fark etmez, yeter ki direksiyon elinde olmasın. Hissetmeyi istediği bu. Sür kaptan!

Yola yön vermek isteyenlerin en büyük düşmanının o ilerleme hevesi olduğunu, hem gitmeyi hem sürmeyi hem yönünü belirlemeyi isteyenlerin sonunda ortada kalıverdiklerini anladı. Buradan çıktı yol hevesi. Şöyle:

Tutmaya çabaladığı her ipin sonunda boynuna dolandı; gördü ki yolun heveslendiği yönde gitmesinin, kapıların onun buyruğuyla açılmasının yegane şartı dileğiydi. Dilemeliydi, korkmadan istemeliydi, kalbinin en derinindeki siyah noktaya koymalıydı yönünü.

Buraya kadar basit gibi görünüyor, ancak;

Durağan olduğunda saldırganlaşan ruhunu neyle teskin edeceğini aradı ve işte tam bu noktada yolu buldu. İpleri tutmayıp elinde, dileyip, her günlük olağan işlerini yaparken delirmeme hakkını saklı tutmayı sürülmekle başardı. Her seferinde kendine hatırlatmak için:

Ömrümüzün oyunu bu! 

Etinin ve derisinin bağlı oldukları sinir alanlarından aldığı elektriksel duyumlara his, duygu dediğini, kavramsal kavgalarını bir kenara bıraktıklarında aslında tek "nesne"yi ifade ettiklerine gözü açıldığı gün bunun bir oyun olduğunda karar kıldı. O gün bir otobüsün içinde kendi kendine kahkahalarla gülmeye başlamıştı, demire tutunan eli kendisine yabancı geldiği için. Dehşet verici olması gerekirken öbür eliyle dokunduğu elini hissedememesi ona öyle komik gelmişti. Bunun üstüne ne otobüsteki diğer yolcuların ne şöforün ne de otobüsün kendisinin gerçekliğine bir süre adapte olamamıştı.

Sürücünün kendisi değildi, bildi.

Bırakın durmadan hatırlatsın kendine.