İnsan
olarak ilerleyememe sorunu
Durdum.
GERİLEDİM.
Küçük
bi denizin en sığ yerindeyim, bencillik denen yosunlar bacaklarımı
yalıyor. Nefesini aldığını hissettiğimde içimi huzurla
dolduran insanlar silik.
Yalnızlığa
itilmek ya da yalnızlığa çekilmek.
Cümle
kurarak konuşabilmekten usandım.
İnsanlarımı
terk edeli çok oldu.
Çoğu
şeyin varlığından şüpheliyim.
Çabalamak
yaşadığımı hissettiriyor bu yüzden çabaladığım her yeri
kısa tırnaklarımla çizmeye çalışıyorum, kanata kanata
topraklarını eşelemek istiyorum.. Kan yok.
Eskiye
asla dönemedim ve eskiyi asla bırakamadım.
Farklılıklarımı
tükettim, çoğunu elimde bile tutmak istemiyorum artık.
Taşıdıklarımı
yük bildiğimi fark etitğim o sabaha döndüm, tüm gece
tırnakarımı törpüledim.
Telefonda
duyduğum sesler anlam ifade etmiyor.
Bilmediğim
her dilde tanıdıklık hissi, Türkçe beni üzüyor.
Koparılıyorum
kendim, kendim ve kendim; üç kendim tarafımdan yine kendimden.
Her
obje hacimsiz her his uzayın dibi.
Sorumluluk
bazen tüketiyor bazen dolduruyor.
Gün
çok güzel, bitişini beklemek tuhaf ama bitişi yakaladığım
günler daha da tuhaf.
İnsanın
kendiyle çıldırdığı kendine dünyaları sunmak istediği
yaşlar. Kendine dünyaları sunabilmek bu mümkün mü ya da dünya
gerçekten dışarda ve artık kendini bırakmalı mı? Önce hisler
bırakılmalı. Var olan her hisse sımsıkı sarınılmalı,
varlığından şüphe duyulduğu an sadece bırakılmalı.
Hayatttayım.
Bu cümle çabadan gelmeyecek artık. Biri için yapılmaya çalışılan
hiçbir şey o şey değil, o şey tek bir şey değil her şey değil
ama hiçbir şey de değil. O şey bugün uzak. Uzaklık kavramı
göreceli pek çok diğer kabus gibi, bırak kabuslar gece görülsün.
On
altı yaşındaki her beynin kıvrımları seneler sonranın
özlemiyle kasılır, o seneler de uzaktı ama uzaklık o zaman
göreceli değildi.
Merhametli
değilsin, bu bir suç değil.
Yalan
söylüyorum, söyleyeceğim buna alışacağım. Yalan hayatın en
gerçek taraflarından biri. Bu belki suç çünkü cezaları var,
bunu kaldırabilmek biraz yaşamak.
Kendi
toprağımı eşeliyorum.. Kan var.
Kimse
kimsenin insanı değilmiş, dün gece uykumda insanlarımdan biri
anlattı.
Kitaplardan
prensesler yok oldular, belki yedi yaşımdan beri okuduğum her
kitapta dönmelerini bekledim.
Kendi
gözlerini bazen masaya koyabilmen.
Kaç
dua edebilirsin tek bir insanın kalbinin sağlamlığı için?
Düşünmek
yalnızlara mahsus.
Deniz
günahları siler yaz sonu dudaklarından bikaç hece düşer ismin
tekrar ismine döner. Çehren hiçbir zaman aynı olmaz, gülümsemen
hep başka şekil alır.
Küçük
denizler zor bulunur, her nasılsa herkesin denizi küçüktür.
Okyanus bazen en küçük denizin en sığ yeridir kumun bi ucunu
tutmana bağlı.
O
yaz seninle balkonda saatlerce konuştuğumuz o an, telefonun hangi
ucundaydık ve ben ilk kezlerimleydim. Sen de öyle. Hiçbir şeyi
dert etmediğimiz zamanlar vardı çünkü doğru insanlardaydık.
Bugün dönüp bazen pişmanmışız gibi ansak da o gün o insanlar
doğru insanlardı. Doğru insanla ilgili en önemli şeyi sonunda
öğrendim: O an senin yanında olmak isteyen insan doğru insan.
Olmak istediği yer senin yanın olan insan, yanına senin çocuksu
ısrarlarınla ya da seni henüz tanımanın merakıyla gelmiş insan
değil, orada o anı seninle yaşamak isteyen insan. Bazen fark
etmeden bir anda ayaklarının kendini senin yanına sürüklediği
insan. Bu bir mucize, iki insanın aynı anda anlarını paylaşmak
istemesi XXI. yüzyılda bir mucize.
Kaç
yazdır karnımda deniz tuzu.
Önem
vermediğim tüm insanlardan özür dilerim, bir şeyleri
değiştireceğimden değil içimden özür dilemek geldiği için ve
hatta belki daha da az önem vereceğim pekçoğunuza; bunu
değiştirecek gücüm yok. Güçsüz olduğum için değil gücümün
yerini bilmiyorum, bilincim benden gizliyor bir bildiği muhakkak
olmalı.
Şimdi
Tanrı beni affetsin korkunç bir itiraf parmaklarımdan fışkırmak
üzere; ben hayatımda hiç sevemedim. Bi arabada elini tutmayı çok
sevdim pek çok insanın, bi sokaktan beyaz siyah kunduralarla şarap
almayı sevdim pek çok insanla ya da bi mekanda birinin birisi
olmayı sevdim. Salt sevmeye en yaklaştığım anlarda tüm bu
ilüzyonlar duvarları ördü. Birini gerçekten sevmeliyim bi gün.
Davranış
bozukluklarım.
Bir
takım ailevi masallar çok eskidi, unutulmaya yüz tutalı bile çok
oldu ki; hatırla eskiye dönmek zaten mümkün değil ve onu
bırakmak da ama yaşatmak çok hasta.
Tutarlılık
meğersem bir hünermiş, zorluğu senelerin birikmesiyle çıktı
ortaya. Bununla ilgili affedeyim ki bir savaşım yok. Soğuk bir
ateş gibiyim alevlerin şekli gibi ne dünüm eş ne yarınım. Bunu
ancak odunlarımın ilk atıldığı sıradalarda elimi tutan benimle
yanmaya başlayan sayılı kıdemli insan anlayabilir ve de
beslenmesi gerekeceğinde orda yeni kütüklerde benimle yanacaklar.
Yirmilere
geldiğimde en çok yeni tanıştığım insanlarda ilk özlerini
kaçırmış olmaya sitem ettim, alışması sancılı oldu. Bu bi
yandan da bi heves ilk gençliği özlemekti aslında. Bazı
defterlere yüzlerce kez yazmak zorunda kaldım: 'Seventeen is gone.'
Delirdiğimde
kendimi terk edebilmem lazım, günde her an kahrolamam.
Kahır.
Sancıların
bastırdığı tuhaf bir dönem, biraz uzun ve talihsiz; hissettiğimi
sandığım her şeyden korumam lazım kendimi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder