GÜZ/MEYRA
Param yoktu hesabı
ödemeden arkadan sıvıştım. İki çay içmiştim zaten. Ah aşık olsaydım keşke aşık
olsaydım param da olurdu. Nasıl olurdu bilmiyorum, fakat mutlaka olurdu. Ortadoğu
ve Balkanların en güzel yüzünü arıyordum o dönem biliyorum şimdi, bulup da aşık
olacaktım. Bulmuş muydum acaba? Balo Sokak’tan aşağı indim Meyralara
gidiyordum. Meyra çocukluk arkadaşımdı, küçükken mahallede topa inmez sırf bununla durayım diye evde aşçılık oynardım, az laf yedirmedim tabii erkekliğe, hala öyle çok severiz birbirimizi fakat
artık görüşmüyoruz çok şey girdi araya. Bu anlattığım zamanlar beş sene öncesi.
Değişmeyen şeyler var elbette Balo Sokak mesela. Paltomun önünü kapattım
soğuklar yavaştan geliyordu en bok mevsimdi, bir hasta olsak işimiz yaştı. Meyra’nın kedisi
sokaktaydı o an anladım bir terslik olduğunu. Siktirip gitmek vardı o dakika
ama Meyra iyi mi diye düşünmüştüm bir kere. Lavuk bir herifle beraberdi birkaç
senedir. Beni zaten hiç sevmezdi, bir işe yaradığım yokmuş, herkesi eleştirip duruyormuşum anca. Sana ne ibne. Bunları
da çok sonradan bizimkilerden dinliyorum. Her neyse, Cupka’yı sokakta kuyruğu
kıçında görünce direkt zile koştum. Bastım bir iki kere sonra bozuk olduğunu
hatırladım. Birinci katta otuzbirci Veysi amca vardı ona açtırıyorduk hep
kapıyı onun ziline bastım. Otomata basıldı girdim apartmana. Leş gibi kokuyordu
yine. Veysi’nin sesi geliyordu sayan söven,
kapısının ardından zil mil takın diyordu. Ben de haklı adam diye
düşündüm, on beşinde şuraya bir zil alayım parayı çarçur etmeden dedim kendi
kendime. Son katta oturuyordu bizimki, dördüncü kata çıktığımda nefes
nefeseydim hadi bir kat daha dayan dedim. Vurdum tahta kapıya kimse açmadı. Üç beş
kere daha vurdum. Açan yok. İyi dedim
kendime indim merdivenleri gerisin geri. Kapıyı açtım kaçıyordum tam ki Cupka
sarıldı bacağıma. Kafasını okşadım hadi sal güle güle dedim bırakmıyor hayvan. Noldu
oğlum sana sevmeceleri yaptım yok bırakmıyor. Kapıyı kapatmadan götümü koydum
araya, çöktüm girişin merdivenlerine sevdim biraz bunu. Bir çığlık geldi
birden, Cupka sıçrayıp merdivenleri tırmandı, bir anda çıkıverdi hepsini. Peşinden koştum
Veysi kapıya çıktı “Bitti diye sevindiydim hay allah belalarını versin.” dedi. Cevap
vermeden çıktım merdivenleri. Cupka kapıyı tırmalıyordu aldım tek elimle
kucağıma “Meyra” dedim. Cevap yoktu ki bekledim bir süre.
-Git.
-Hayır, kapıyı aç.
-Git.
-Meyra kapıyı aç.
-Git ulan git.
-Tamam, deyip gittim.
Cupka da benimle çıktı zaten yine apartmandan. Balo’nun oradayken Ehli-Tat’a
uğrayıp ucuza bir yemek yiyeyim madem dedim, sonra paramın olmadığını
hatırlayıp konsolosluğun oradan inip otobüs beklemeye başladım. Sonra gene
paramın olmadığını hatırladım yürüyeyim eve kadar dedim. Yalan söylüyorum,
gitmedim. Kapıyı açana kadar tekme attım kapıya yumrukladım kapıyı. Açtı sonra
zaten. Açmasaydı keşke allahın belası. Martin Scorsese’in ilk kısa filmlerinden
The Big Shave’in sonundaki gibi bir banyoda buldum kendimi. Kapıyı açar açmaz
kolumdan tutup oraya götürdü çünkü Meyra. Sonra da gitti şarap şişesini alıp
camın önündeki kanepeye oturdu. Arka
tarafta harabe bir sokağa bakıyor pencereleri, şarabı dike dike izlemeye
başladı. Ben de baktım dışarı, geçen hafta kesilen travesti geldi aklıma
sokağın tam karşısındaki yıkık binada olmuş, duyduk yani. Bütün eşyalar
yerdeydi, üstlerine basa basa mutfağa gittim. Bardak dolabını açtım bir kadeh
aldım Meyra’nın sütyenlerinden birini çiğnedim dönerken. Yere oturdum dizinin
dibine. Şişeyi elinden alıp kendime doldurdum. Banyo sol çaprazda kalıyor
oturduğumuz yere göre, kapısı açık öylece görünüyor içerisi. Küçücük bir ev
zaten, Beyoğlu’ndaki bütün evler küçük. Cupka’ya baktım girmemiş eve. Merdivenlerde
oturuyordur diye düşündüm. Dizlerine kafamı koydum Meyra’nın sımsıcaklardı,
bıraksalar uyurdum orada dondururduk beraber zamanı. Ne kadar kadındır Meyra
bilemezsiniz. Ancak görmek dokunmak gerekir anlayabilmek için. Doğuştan kızıl
omuzlarına dökülen saçları var. Dünya tatlısı anaç da bir sesi. Yüzü pek güzel
değil ama önemi de yok, gözlerinizi
onunkilerin içine denk getirirseniz anlarsınız ne demek istediğimi. Babalarımız
kumar arkadaşıymış Meyra’yla ordan şey olmuşuz hep. Çok sıkı bir bağ hafife
almayın. Her boku birlikte yiyip beraber sarhoş dönerlermiş evlere. Bir gece
dönmemiş Meyra’nınki, 3 yaşındaymış son görüşüymüş babasını. Banyonun kapısını
kapatmak geldi içimden ama dizlerinden kafamı çekmek istemedim. Cebimde telefon
titremeye başladı, Handan’dı, karım açtım:
-Nerdesin?
-Neden ne var?
-Eve gel de su söyleyelim damacana bitti param yok.
-Bende de yok Handan biliyorsun zaten. Gelmem belki bugün.
Kapattım Meyra’ya baktım hala aynı camdan dışarıyı izliyor. Şişe
bitmiş bir tek farklı. Banyoya baktım bir daha, biten damacanayı düşündüm
kahkaha atmaya başladım. Ben gülünce bir şey oldu Meyra da gülmeye başladı. Ayağa kalktı etrafında döne
döne güldü, ben de kalktım banyonun kapısına gittim içeri baktım, gülüyorum
kapıya dayandım, gülerken öyle kahkaha
atıyorum dengemi kaybettim bıraktım kendimi yere; Meyra hala dönüyor.
...
O gün orada polisi
arayacağımı, en yakın arkadaşım erkek arkadaşını doğradı ölü şimdi banyoda
yatıyor gelin ikisini de alın diyeceğimi sanıyordum. Ama Allahtan ceset
sandığımız şeyden bir inleme sesi çıktı da aldık hastaneye götürdük. Trajik hikayeleri
kimse sevmez neyse ki sonu öyle bir şey olmadı. Meyra o gün tutuklandı birkaç
ay içerideydi derken herif iyileşti şikayetçi olmadı davaydı dilekçeydi şuydu
buydu derken sonra tekrar birlikte oldular falan filan. En sonunda Meyra herifi
bırakıp Amerika’ya kaçtı zaten, geçen ay döndü ama nerede ne yapıyor bilmiyorum
bile. Saçlarını boyatmış onu duydum annem söyledi, inanın boğazım tıkandı bir şey
diyemedim kadına telefonda.
mösyö 2