20.09.2023

yas

o günler vardi bir yerlerde

icimin sustugu sabah gozlerimi actigimda, 

ilk yapmak istedigim seyin sana ulasmak oldugu

o gunler vardi, 

omzuna yatip

iste burasi benim huzurlu yerim dedigim

iste burasi dunyamin hizinin azaldigini hissettigim. 

kafamda donen milyonlarca sesin sustugu,

bir sokak arayla iki ev arasinda yasadigim bir hayat vardi

bir seyleri artik ozlemedigim, ozlemin hayatimi bogmadigi 

beklemedigim, beklenmedigim

yasamanin kahvaltiyla aksam yemegi arasinda 

izledigimiz filmlerden ibaret oldugu aylar vardi

o cok yakinda olabilecekken, cok uzaga kacan 

elif ben ürküyorum dediginde

seni ananenin merdivenlerinden elini tutarak indirdigim 

kendi korkularimin sesini artik hic duymadigim gunler vardi


hayata beraber cesaret edebilecegimiz gunlerin ayak seslerini duydugum

goremesem de geliyor oldugunu bildigim 

bildigimden canimin heveslendigi

bir omur vardi,

ve birkac isik yili uzakta kaldi.




10.01.2023

Pazar Kahvaltılarına Dair

Çocukluğuma,

Güzelim ve seviliyorum. 


   Hayatımdaki bunca sevginin farkına varamadığım zamanlar için kendime kızıyorum. Bir pazar günü garın hemen sağındaki büfede kahvemden dolu bir yudum alıyorum. Sevgi dolu bir hayatım var. Gökyüzünü izliyorum. Beni seven, bana değer veren sevdiklerimle dolu bir... Mcdonald's'ın M'sini andıran bir kuş sürüsü uzaklaşıyor. Uzun yollardan geldiğim, hiç kısa yolu seçmediğim bir hayatım oldu. En çok anlaşılmama kaygısı yaşadım hayatta hep. Sonra geriye dönüp bir baktım ki beni anlamayan en başta kendimden başkası değilmiş. Kendimi anladığımdan beri anlaşılıyorum. Kalemi elimden bırakıp gökyüzünden kağıda indirdim gözlerimi; ne kadar güçlü bir cümle, hiçbir şey yapmayıp birkaç dakika sadece bu cümleyi düşündüm. Kendimi anladığımdan beri hayat kestirme yollarla doldu. Kendimi anladığımdan beri işler kolaylaştı. 

Ben hep çok korktum. 

Kaybetme korkusunu ebeveynleri ayrılmış çocuklar iliklerini kadar bilir. Sahip olduğun mutluluk elinden kayıp gidebilir. Bir gün, her gün seçim yapman gerekebilir; anneni görebilirsin ya da babanı. Bir gün maalesef anlarsın ki o pazar kahvaltısını edemezsin, zaman geçmiştir, o yer artık yoktur ve o insanlar artık beraber kahvaltı yapmak istemiyordur. İşte bunları o çok erken hisseden çocuk artık korkmuyor, çünkü o çocuk harika bir şey öğrendi: hayatta farklı bir sürü pazar kahvaltısı var. Dünyanın en mutlu pazar kahvaltısı tek bir tane değil, bir sürü ve hayat devam ettikçe çoğalacak. 

Çok uzun yıllar pazar kahvaltısı planı yapmadım, sanki ailemizin birlikte olduğu o son kahvaltıların anısına hakaret gibi geldi. Ta ki bir gün mutluluğun kahvaltıda ya da pazarda değil; o sevgi bağını devam ettirmekte olduğunu anladığım ana kadar. 

Yıllarca ayrıldıkları için annem ve babama karşı öfke doluymuşum, aramızdaki bağı koparmaya çalışmışım. On sekizli on dokuzlu yaşlarımda onlara zarar dahi veremeyeceğimi sanmışım oysa ki öyle yanılmışım ki; on sekiz yaşındaki bir çocuk annesiyle babasını mahvedebilirmiş. Onları çok yıpratmışım.

O özlediğim hayata dönemedikçe tüm hayata sinirlenmişim, hayattan zevk almayı bırakmışım. Gülmemişim, gerçekten ağlamamışım, hayal kurmamışım. En acısı hayal kurmamışım. Benim ilk gençliğimde hiçbir hayalim yoktu. Yeteneklerle ve imkanlarla doluydum ama tek bir hayalim yoktu. Oradan oraya savrulan rüzgarda bir not kağıdı gibiydim. 

İnsanlara inancım çok azdı. Bir gün herkesin hayatımdan gideceğine inanıyordum çünkü annem ve babam birbirlerinin hayatlarından gitmişlerdi. 

Mekanlar ve yerler benim için arabanın camında hızlı hızlı akan ağaçlardan farksızdı. Hiçbir yerde uzun süre kalacağıma ya da hiçbir eve temelli yerleşeceğime inancım yoktu. Evler şehirler hepsi geçiciydi. Hele en zoru evlerdi, hiçbir ev o ev değildi çünkü. O ev artık yoktu. 


   O ev gerçekten de yok. Annemle babam ayrıldığı için değil, zaman geçtiği için. Ben büyüdüğüm için, hayat devam ettiği için. Çünkü bu böyleymiş. Mevsimler geçermiş, insanlar gelip gidermiş; insanın evleri olurmuş, arabaları olurmuş, bazen arkadaşları bile değişirmiş. Ev aslında o ev değilmiş, ev insanın kendini güvende hissettiği yermiş. Koltuğa uzanıp gülümsediği... Pazar kahvaltısı insanın yumurta yapmak istediği insanla dünyanın en mutlu kahvaltısıymış. Yerler ve zamanlar alt tarafı hayatta gelip geçen anlarmış. O çocuk artık hiçbir şeyden, hele ki mutsuz olmaktan korkmuyormuş; çünkü olabilirmiş. Hayat tam da böyle bir şeymiş; mutsuz olmak, mutlu olmak, güvende hissetmek, korkmak. Gökyüzüne tekrar baktım dalgın dalgın. Çocukluğumda mutfağımızın balkonuna konan serçeleri anımsadım. Pencereden içeriyi izlerlerdi uzun uzun. Sevgiyi hayatında görebilmek mutlulukmuş. Her şeye rağmen başka kahvaltılarda birlikte olabilmekmiş mutluluk. 

Daha da mutlu olmanın yolları:

  • Yargılama
  • Güzel kelimeler seç
  • Her zaman iyiyi düşün 
  • Sabırlı ol
  • Hayal kur
  • Kendine inan
  • Diğer insanlara güven
  • Diğer insanlardan bir şey bekleme, istediğin şeyleri onlara yap
  • Korkma, ne olursa olsun her şey yoluna girecek.
   Her gün yeni bir gün. Uyanacağız, kahvaltı yapacağız, kahve içeceğiz, yemek yapacağız, işe gideceğiz, kitap okuyacağız, sevdiğimiz birileri yanımızda olacak, özlediklerimiz olacak, elimizi tost makinasında yakacağız, evi temizleyeceğiz, iş yerinden biri ile tartışacağız, kırmızı ışıkta geçip ceza yiyeceğiz, ailemize haksız yere sinirleneceğiz, sevdiğimiz kişiye çiçek alacağız, uyuyacağız. Hayat güzelce devam edecek. 


Monsieur2

10.01.2020

let me tell a wise story

In wise stories, love is seldom a romantic tryst between two lovers. For instance, some
stories from the circumpolar regions describe love as a union of two beings whose
strength together enables one or both to enter into communication with the soul- world
and to participate in fate as a dance with life and death.

Women who Run with the Wolves: Myths and Stories of the Wild Woman Archetype

Clarissa Pinkola Estés

Skeleton Woman

She had done something of which her father disapproved, although: no one any longer
remembered what it was. But her father had dragged her to the cliffs and thrown her over
and into the sea. There, the fish ate her flesh away and plucked out her eyes. As she lay
under the sea, her skeleton turned over and over in the currents.

One day a fisherman came fishing, well, in truth many came to this bay once. But this
fisherman had drifted far from his home place, and did not know that the local fishermen
stayed away, saying this inlet was haunted.

The fisherman's hook drifted down through the water, and caught, of all places, in the
bones of Skeleton Woman’s rib cage. The fisherman thought, “Oh, now I’ve really got a
big one! Now I really have one!” In his mind he was thinking of how many people this
great fish would feed, how long it would last, how long he might be free from the chore
of hunting. And as he struggled with this great weight on the end of the hook, the sea was
stirred to a thrashing froth, and his kayak bucked and shook, for she who was beneath
struggled to disentangle herself. And the more she struggled, the more she tangled in the
line. No matter what she did, she was inexorably dragged upward, tugged up by the bones
of her own ribs.

The hunter had turned to scoop up his net, so he did not see her bald head rise above
the waves, he did not see the little coral creatures glinting in the orbs of her skull, he did
not see the crustaceans on her old ivory teeth. When he turned back with his net, her
entire body, such as it was, had come to the surface and was hanging from the tip of his
kayak by her long front teeth.

“Agh!” cried the man, and his heart fell into his knees, his eyes hid in terror on the
back of his head, and his ears blazed bright red. “Agh!” he screamed, and knocked her
off the prow with his oar and began paddling like a demon toward shoreline. And not
realizing she was tangled in his line, he was frightened all the more for she appeared to
stand upon her toes while chasing him all the way to shore. No matter which way he
zigged his kayak, she stayed right behind, and her breath rolled over the water in clouds
of steam, and her arms flailed out as though to snatch him down into the depths.
“Aggggggghhhh!” he wailed as he ran aground. In one leap he was out of his kayak,
clutching his Ashing stick and running, and the coral-white corpse of Skeleton Woman,
still snagged in the Ashing line, bumpety-bumped behind right after him. Over the rocks
he ran, and she followed. Over the frozen tundra he ran and she kept right up. Over the
meat laid out to dry he ran, cracking it to pieces as his mukluks bore down.
Throughout it all she kept right up, in fact grabbed some of the frozen Ash as she was
dragged behind. This she began to eat, for she had not gorged in a long, long time. Finally,
the man reached his snowhouse and dove right into the tunnel and on hands and knees
scrabbled his way into the interior. Panting and sobbing he lay there in the dark, his heart
a drum, a mighty drum. Safe at last, oh so safe, yes safe, thank the Gods, Raven, yes,
thank Raven, yes, and all-bountiful Sedna, safe... at... last.

Imagine when he lit his whale oil lamp, there she—it—lay in a tumble upon his snow
floor, one heel over her shoulder, one knee inside her rib cage, one foot over her elbow.
He could not say later what it was, perhaps the Arelight softened her features, or the fact
that he was a lonely man. But a feeling of some kindness came into his breathing, and
slowly he reached out his grimy hands and, using words softly like a mother to a child,
began to untangle her from the Ashing line.

“Oh, na, na, na.” First he untangled the toes, then the ankles. “Oh, na, na, na.” On and
on he worked into the night, until dressing her in furs to keep her warm, Skeleton
Woman’s bones were all in the order a human’s should be.

He felt into his leather cuffs for his flint, and used some of his hair to light a little more
lire. He gazed at her from time to time as he oiled the precious wood of his fishing stick
and rewound the gut line. And she in the furs uttered not a word—she did not dare— lest
this hunter take her out and throw her down to the rocks and break her bones to pieces
utterly.

The man became drowsy, slid under his sleeping skins, and soon was dreaming. And
sometimes as humans sleep, you know, a tear escapes from the dreamer’s eye;; we never
know what sort of dream causes this, but we know it is either a dream of sadness or
longing. And this is what happened to the man.

The Skeleton Woman saw the tear glisten in the firelight, and she became suddenly
soooo thirsty. She tinkled and«clanked and crawled over to the sleeping man and put her
mouth to his tear. The single tear was like a river and she drank and drank and drank until
her many-years-long thirst was slaked.

Then, while lying beside him, she reached inside the sleeping man and took out his
heart, the mighty drum. She sat up and banged on both sides of it: Bom, BommI... Bom,
Bomm!

As she drummed, she began to sing out “Flesh, flesh, flesh! Flesh, flesh, flesh!” And
the more she sang, the more her body filled out With flesh. She sang for hair and good
eyes and nice fat hands. She sang the divide between her legs, and breasts long enough
to wrap for warmth, and all the things a woman needs.

And when she was done, she also sang the sleeping man’s clothes off and crept into
his bed with him, skin against skin. She returned the great drum, his heart, to his body,
and that is how they awakened, wrapped one around the other, tangled from their night
together, in another way now, a good and lasting way.

The people who cannot remember how she came to her first ill-fortune say she and
the fisherman went away and were consistently well fed by the creatures she had known

in her life underwater. The people say that it is true and that is all they know.

1.01.2020

dişinde kan izi var
daha az evvel bir geyiği boynundan yakalamış gibisin
günlük görevlerinin beşte birini tamamladın sayabilirsin

karnın aklın elin susamışsın
arkanda bir parçanı bırakmış olabilir misin?
şu ışık huzmesini o savuruyor sanki etrafa.

dişinde kan izi var
karnından çekiliyorsun bir yolculuğa
yol senin değil iz senin.

monsieur1